C) Tesbiti

Eskiden beri şiir, hitabet, savaş kıssaları (eyyâmü’l-Arab) ve nesep bilgilerinden oluşan kültürlerini şifahî yolla nakletme geleneğine sahip olan Araplar’ın ezberleme yetenekleri çok gelişmişti. Bununla beraber İslâmiyet’in doğuşu sırasında önemli bir ticaret merkezi konumunda bulunan Mekke’de okuma yazma bilenlerin sayısı Medine’ye nisbetle daha çoktu. Bunlardan müslüman olanlar, İslâmiyet’in ilk devirlerinde Hz. Peygamber’in emirleri doğrultusunda hareket ederek Kur’ân-ı Kerîm’i yazmakla meşgul olmuştu. Öte yandan kendi sözlerinin ilâhî kitapla karışması ihtimalini veya hadisleri yazmakla uğraşırken Kur’an’ın ihmal edilebileceğini göz önünde bulunduran Resûl-i Ekrem hadislerin sadece şifahî olarak rivayet edilmesine izin vermiştir (Müslim, “Zühd”, 72). Esasen sahâbîler, Allah ile devamlı surette irtibatta bulunduğunu bildikleri Peygamber’e samimiyetle inanıp bağlandıkları için onun her buyruğunu ve hareketini büyük bir dikkatle takip ederek hâfızalarına nakşediyorlardı. Yazılı kaynaklara önem veren çağdaş zihniyetin aksine o günün insanları fevkalâde bir hâfıza gücüne sahipti (Seyyid Hüseyin Nasr, s. 89). Sade ve tabii yaşayışları sebebiyle zihinleri berrak olan bu insanların içinde, işittikleri uzun bir şiiri veya hitabeyi hemen ezberleyebilecek kadar güçlü hâfızaya sahip bulunanlar vardı. Hz. Peygamber’in bazı önemli sözlerini üçer defa tekrarlaması (Buhârî, “ʿİlim”, 30) ve kelimeleri “sayılacak derecede” yavaş telaffuz etmesi (Buhârî, “Menâḳıb”, 23) sebebiyle dinleyiciler söylediklerini kolayca öğrenebiliyorlardı. Ziraat ve ticaret gibi işlerle meşgul olduklarından Resûl-i Ekrem’in yanında bulunamayan sahâbîler ilk fırsatta onun söylediği sözleri öğrenmeye çalışırlardı. Resûlullah’ın meclislerine nöbetleşe katılan ve emirlerini dinleyip bellemeye gayret eden sahâbîler de (Buhârî, “ʿİlim”, 27) duyup öğrendikleri hadisleri kendi aralarında müzakere ediyorlardı (Hatîb, el-Câmiʿ li-aḫlâḳı’r-râvî, I, 236-239). Ashabın son derece önem verdiği bu müzakere geleneği daha sonra da devam ettirilmiştir (Dârimî, “Muḳaddime”, 51). Hz. Peygamber’in, sahâbîlere kendi sözlerini dinleyip öğrenmelerini emretmesi ve öğrendiklerini başkalarına tebliğ edenlere hayır duada bulunması (Buhârî, “ʿİlim”, 9, “Ḥac”, 132; Ebû Dâvûd, “ʿİlim”, 10; Tirmizî, “ʿİlim”, 7), onların hadisleri bir ibadet vecdiyle öğrenip başkalarına nakletmelerini sağlamıştır. Ayrıca Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde oturan ve sayıları genellikle yetmiş civarında olan (Buhârî, “Ṣalât”, 58) ehl-i Suffe de Resûlullah’tan hadis tahsil etmişlerdir. Bazı hadislerin değişik sayıda sahâbî tarafından rivayet edilmesi, Hz. Peygamber’in onu söylediği veya huzurunda bir olay meydana geldiği sırada yanında bulunanların sayısıyla ilgilidir. Sahâbîlerin Resûl-i Ekrem’den bizzat duymadıkları hadisleri öğrenme gayretleri onun vefatından sonra da devam etmiştir. Câbir b. Abdullah’ın, Abdullah b. Üneys’in bildiği bir hadisi ondan öğrenmek için Medine’den Şam’a yolculuk yaptığı (Buhârî, “ʿİlim”, 19), Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin, Resûl-i Ekrem’den duyduğu bir hadisi Mısır’da bulunan Ukbe b. Âmir el-Cühenî ile görüşerek kontrol etmek maksadıyla Medine’den oraya kadar gittiği (, IV, 159) bilinmektedir.

Hz. Peygamber’in hadisleri yazmak isteyen herkese izin vermediği bilinmekle birlikte onun hadisleri yazmayı kesinlikle yasakladığını söylemek de mümkün değildir. Nitekim Abdullah b. Amr b. Âs gibi okuma yazma bilen genç ve dikkatli sahâbîlerle (, II, 403; İbn Kuteybe, s. 365-366) hâfızasının zayıflığından şikâyet edenlere (Tirmizî, “ʿİlim”, 12; Hatîb, Taḳyîdü’l-ʿilm, s. 65-68) hadisleri yazma konusunda izin vermiş, bir konuşmasının yazılıp kendisine verilmesini isteyen Yemenli Ebû Şah gibi kimselerin isteklerini de reddetmemiştir (Buhârî, “Luḳaṭa”, 7, “Diyât”, 8). Daha sonraki yıllarda ise âyetlerin çoğunun nâzil olması, bunların yazımında gerekli titizliğin gösterilmesi, Kur’an hâfızlarının çoğalması, müslümanların ekseriyeti tarafından Kur’an üslûbunun kavranması ve artık kendi sözlerinin Kur’an’la karışması ihtimalinin veya hadisle meşgul olup Kur’an’ı ihmal etme endişesinin kalmaması üzerine hadisleri yazmak isteyenlere izin vermiştir (Tirmizî, “ʿİlim”, 12; Dârimî, “Muḳaddime”, 43; ayrıca bk. KİTÂBET). Vefatından bir müddet önce Resûlullah’ın müslümanlara doğru yoldan ayrılmamaları için bir mektup yazmayı düşünmesi (Buhârî, “ʿİlim”, 39) ve sözlerinin Ebû Şah için yazılmasına izin vermesi, onun hayatının son döneminde de hadislerin yazılmasına karşı olmadığını göstermektedir.

Resûl-i Ekrem’den bu konuda izin alan sahâbîler duyup öğrendikleri hadisleri hem ezberlediler hem de yazdılar (, II, 403). “Sahîfe” adıyla anılan bu belgeleri kaleme alan sahâbîler arasında, 1000 civarında hadis ihtiva eden eṣ-Ṣaḥîfetü’ṣ-ṣâdıḳa’nın sahibi Abdullah b. Amr b. Âs başta olmak üzere Sa‘d b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Ali b. Ebû Tâlib, Amr b. Hazm el-Ensârî, Semüre b. Cündeb, Abdullah b. Abbas, Câbir b. Abdullah, Abdullah b. Ebû Evfâ ve Enes b. Mâlik bulunmaktadır. Bu ilk yazılı kaynaklardan biri olup Ebû Hüreyre tarafından talebesi Hemmâm b. Münebbih’e yazdırılan ve içinde 138 hadis bulunan Ṣaḥîfetü Hemmâm b. Münebbih (eṣ-Ṣaḥîfetü’ṣ-ṣaḥîḥa) ilk defa Muhammed Hamîdullah tarafından yayımlanmıştır (sahîfeler için bk. Literatür). Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’den oğlunun, ondan da torununun rivayet ettiği, Müsnedü Büreyd adıyla tanınan kırk hadislik cüz de burada zikredilmelidir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 541, vr. 136a-174b). el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde, Hz. Peygamber devrinde hadislerin yazılmasıyla ilgili olarak “Kitâbetü’l-ilm” adıyla bir bab açan Buhârî’nin (“ʿİlim”, 39), aksi görüşe dair bilgi nakletmemesine bakarak Asr-ı saâdet’te hadislerin yazıldığı kanaatini taşıdığı söylenebilir. İlk devirlerde hadislerin kitap haline getirilmesi durumunda onların Allah’ın kitabına denk tutulacağı veya Kur’an’dan çok hadislerle meşgul olunacağı endişesini taşıyanlar hadislerin ezberlenmesini tavsiye etmiş, daha müsamahakâr olanlar ise ezberlemeden önce yazılabileceğini, fakat ezberledikten sonra yazılı metinlerin imha edilmesi gerektiğini söylemişlerdir (Hatîb el-Bağdâdî, Taḳyîdü’l-ʿilm, s. 58-63). Ayrı şehirlerde bulunan sahâbîlerin Hz. Peygamber’den bizzat duymadıkları hadisleri birbirlerinden istedikleri, bu arada Muâviye’nin talebi üzerine Mugīre b. Şu‘be’nin ona bazı hadisleri yazıp gönderdiği bilinmektedir (Buhârî, “İʿtiṣâm”, 3; başka yazışma örnekleri için bk. İmtiyâz Ahmed, s. 299-302, 500-540). Kur’an’ın ihmal edileceği düşüncesiyle başlangıçta hadislerin yazılmasına karşı olan sahâbîler arasında Abdullah b. Mes‘ûd, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Abbas, Ebû Saîd el-Hudrî ve Abdullah b. Ömer de bulunmaktadır. Fakat onların hemen hepsi sonradan dikkatsiz ve samimiyetsiz râvileri görünce bu kanaatlerinden vazgeçerek hadislerin yazılmasını tavsiye etmiş, talebelerine hadis yazdırmış, hatta kendileri de hadislerin yazılı olduğu metinler edinmişlerdir.