D) Rivayeti

Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi bazı idarecilerin çok hadis rivayet edilmesine karşı tavır almalarına bakarak onların hadislere veya hadis râvilerine güvenmedikleri sonucunu çıkarmak doğru değildir. Hulefâ-yi Râşidîn’in çözümünü Kur’an’da bulamadığı birçok meselede hadise başvurduğu, hatta ortaya çıkan problemlere çözüm getirecek hadislerin mevcut olup olmadığını tesbit etmek için sahâbîlerle istişare ettiği bilinmektedir (Buhârî, “Ṭıb”, 30; Müslim, “Selâm”, 98; Ebû Dâvûd, “Ferâʾiż”, 5; Tirmizî, “Ṭalâḳ”, 23; Dârimî, “Muḳaddime”, 20). İlk halifelerin hadis rivayetindeki titizliği, hâfızaya dayanan rivayete ağırlık vermek suretiyle rivayetin içerdiği konular üzerinde yeterince düşünmeyi ihmal etme gibi bir endişeden kaynaklanmış olabilir. Hz. Ömer’in, Irak bölgesine gönderdiği adamlarıyla birlikte Medine dışına kadar yürüyerek onlara gittikleri yerdeki insanların yeni müslüman olduklarını, bu sebeple henüz Kur’an’ı doğru okuyamadıklarını hatırlatması ve bu durumdaki kimselere önemli meselelerde ihtiyaçlarına yetecek kadar hadis rivayet edip fazlasından kaçınmalarını özellikle tenbih etmesi de (İbn Mâce, “Muḳaddime”, 3; Dârimî, “Muḳaddime”, 28) aynı endişeye dayanmalıdır. Ferâiz ve sünneti Kur’an öğrenir gibi öğrenmeyi tavsiye eden (Dârimî, “Ferâʾiż”, 1), Kādî Şüreyh’e çözümünü Kur’an’da bulamadığı bir mesele için Resûlullah’ın sünnetine başvurmasını emreden (Dârimî, “Muḳaddime”, 20) Hz. Ömer’in hadislerin rivayetine karşı olduğunu düşünmek mümkün değildir. Onun sahâbîleri az hadis nakletmeye zorlamasının bir sebebi de rivayet konusunda onları mümkün olduğu kadar titiz davranmaya sevketmek istemesidir.

Bazı sahâbîler, çok hadis rivayet etmenin hadis metinlerinde fazlalık veya eksiklik türünden hatalara sebebiyet verebileceği ve böylece Hz. Peygamber’e yanlış sözler isnad edileceği endişesini taşımışlardır. Esasen her duyduğunu rivayet etmesinin insanı yalancı durumuna sokabileceğini belirten hadis de (Müslim, “Muḳaddime”, 5) onları bu konuda ihtiyatlı davranmaya ve az hadis rivayet etmeye sevketmiştir. Nitekim ilk dört halife ile Zübeyr b. Avvâm, Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Zeyd b. Erkam, Abdullah b. Ömer gibi sahâbîler bu konuda son derece ihtiyatlı davranmış ve hadisleri lafzen rivayet etmeye itina göstermişlerdir. Hadis rivayetinde ihtiyatlı olmakla beraber bilgisini başkalarından esirgeyenleri kınayan âyet ve hadislerin tesiriyle (el-Bakara 2/159-160, 174-176; Buhârî, “ʿİlim”, 42; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 24; , II, 296, 499, 508) Hz. Âişe, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Mes‘ûd, Ebû Saîd el-Hudrî ve Ebû Hüreyre gibi sahâbîler bu konuda daha rahat davranmış ve hadislerin mâna ile rivayet edilmesine karşı çıkmamışlardır (ayrıca bk. RİVAYET).

Hz. Peygamber zamanında müslümanlar, hadis rivayetinde yanılma veya unutma sebebiyle hata edilebileceğini dikkate almakla beraber sahâbîlerin yalan söyleyebileceğini düşünmemişlerdir. “Kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin indirilmesinden” (et-Tevbe 9/64) korkan münafıklar da Resûl-i Ekrem’in söylemediği bir sözü ona isnat etmekten çekinmişlerdir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra hadislerin kabulünde daha titiz davranma gereğini duyan Hulefâ-yi Râşidîn ve önde gelen sahâbîler, Resûlullah’tan bizzat duymadıkları bir hadisi rivayet edenlerden ya Hz. Ömer’in yaptığı gibi o hadisi Allah’ın resulünden duyan bir şâhid getirmelerini istemiş (Buhârî, “İstiʾẕân”, 13, “İʿtiṣâm”, 13) veya Hz. Ali’nin yaptığı gibi hadisi Hz. Peygamber’den duyduğuna dair yemin ettirmiş (, I, 2, 10), yahut da Hz. Âişe’nin yaptığı gibi râvisinin iyi öğrenip öğrenmediğini anlamak için aradan uzun zaman geçtikten sonra tekrar sorarak hadisi kontrol etmiştir (Müslim, “ʿİlim”, 14).

Hz. Ebû Bekir’in Resûlullah’tan duyan sahâbîlerden derleyip yazdığı 500 hadisi yakması, rivayet sırasında bir hata yapılmış olabileceği endişesinden kaynaklanmıştır (, s. 5). Hadislerin yazılmasını düşünen Hz. Ömer’in, ileri gelen sahâbe ile bir ay boyunca istişare ettikten sonra bu düşüncesinden vazgeçmesi de bu işin Kur’an’ın ihmaline yol açabileceği kaygısına dayanmaktadır (Hatîb, Taḳyîdü’l-ʿilm, s. 50-51). Zira ilk iki halife ile önde gelen diğer sahâbîlerin Resûlullah tarafından yasaklanmış bir işi yapmaya teşebbüs etmesi söz konusu olamazdı.

Hadisleri bir kitapta toplamayı düşünen kimseleri haklı çıkaran sebepler zamanla yoğunluk kazanmıştır. Halife Ömer devrinden itibaren fetihlerin gittikçe çoğalması, hadisleri bilen sahâbîlerin vefat etmesi, sahâbenin Medine’den ayrılmasını doğru bulmayan Hz. Ömer’in vefatından sonra halife Osman’ın buna engel olmaması üzerine birçok sahâbînin Medine’den ayrılması bu konuda tedbir almayı gerekli kılmıştır. Yeni fethedilen ülkelerin halkından kötü niyetli kimselerin özellikle son iki halifenin şehid edilmesinden sonra dini bozmaya teşebbüs etmeleri, hadisleri yazıyla tesbit edip koruma altına almayı icap ettirdiği için başlangıçta bu işe karşı olanların çoğu daha sonra buna taraftar olmuş, tanınmış sahâbîlerin öğrencileri onlardan duyduklarını kaydetmek için kâğıt bulamadıkları zaman elbiselerine, semerlerin arkasına, hatta duvarlara bile yazacak kadar bu konuyu önemsemişlerdir (Dârimî, “Muḳaddime”, 43). Böylece hadisler, onları rivayet etmeyi ibadet sayan gayretli kişilerin himmetleri sayesinde kaybolmaktan kurtulmuştur. Bir tesbite göre hicretin I. asrında tâbiînden olan talebelerine hadis yazdıran sahâbîlerin sayısı elliyi bulmuştur (M. Mustafa el-A‘zamî, İlk Devir Hadis Edebiyatı, s. 34-58).

Hadis rivayetiyle meşgul olan tâbiîler sahâbîlerden çok daha fazladır. Bunlar arasında, bir hadis için günlerce yolculuk yapmayı göze alan Saîd b. Müseyyeb, duydukları rivayetleri hemen kaydetmeleriyle tanınan Saîd b. Cübeyr ve İbn Şihâb ez-Zührî gibi birçok muhaddis zikredilebilir. Tâbiîler içinde, önceleri hadislerin yazılmasına karşı iken sonradan bu fikirden vazgeçenlerle hayatlarının ilk dönemlerinden itibaren hadisleri yazmadığına pişmanlık duyanların çok oluşu, bu nesilde hadisleri yazma işinin büyük tasvip gördüğünü ortaya koymaktadır.