F) Öğrenimi

İslâmiyet’i daha geniş kitlelere ulaştırma gayesiyle başlatılan askerî harekât sonunda daha I. (VII.) yüzyıl sona ermeden İspanya’dan Orta Asya’ya kadar olan geniş toprakların İslâm coğrafyasına katılması sahâbîleri bu geniş topraklar üzerine dağılmaya mecbur etti. Ashabın bir kısmı bu topraklarda bir süre kaldı veya oralara yerleşti. Hz. Peygamber’in talebeleri olan sahâbîlerle onların yetiştirdiği tâbiîn neslinin yerleştiği bu coğrafî merkezler büyük önem kazandı. Ancak İslâmiyet’in ilk merkezi olan Medine’nin özel bir konumu vardı. İlk dört halife ile en çok hadis rivayet edenlerden Ebû Hüreyre, Hz. Âişe, Abdullah b. Ömer ve Ebû Saîd el-Hudrî Medine’de yaşamışlardır. Tâbiîn neslinin “fukahâ-yi seb‘a” diye anılan yedi büyük fakihi ve hadis ilmine büyük hizmetleriyle tanınan İbn Şihâb ez-Zührî de Medine’nin yetiştirdiği büyük âlimlerdendir. Diğer ilim merkezlerinden Mekke’de Abdullah b. Abbas, Attâb b. Esîd, İkrime b. Ebû Cehil ve Osman b. Talha gibi sahâbîler; Mücâhid b. Cebr, Atâ b. Ebû Rebâh, Amr b. Dînâr gibi tâbiîler; 10.000 sahâbînin ayak bastığı rivayet edilen Şam bölgesinde Muâz b. Cebel, Ubâde b. Sâmit ve Ebü’d-Derdâ gibi sahâbîler; Ebû İdrîs el-Havlânî, Ömer b. Abdülazîz gibi tâbiîler; Ehl-i Bedir’den yetmiş, Bey‘atürrıdvân ehlinden 300 kişinin yerleştiği Kûfe’de (İbn Sa‘d, VI, 9) Hz. Ali, Sa‘d b. Ebû Vakkās, Abdullah b. Mes‘ûd gibi sahâbîler; Alkame b. Kays, İbrâhim en-Nehaî ve Şa‘bî gibi tâbiîler; Basra’da Enes b. Mâlik, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, İmrân b. Husayn gibi sahâbîler; Hasan-ı Basrî, İbn Sîrîn, Katâde b. Diâme gibi tâbiîler hadis öğrenimine hizmet etmişlerdir. Diğer ilim merkezlerinden Mısır’da Abdullah b. Amr b. Âs; Mağrib ve Endülüs’te Mikdâd b. Esved, Misver b. Mahreme ve Seleme b. Ekva‘; Buhara, Semerkant, Merv, Herat, Rey, İsfahan gibi yerleri içine alan Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde Büreyde b. Husayb, Ebû Berze el-Eslemî ve Hakem b. Amr el-Gıfârî gibi sahâbîler yerleştikleri bu yerleri birer hadis öğretim merkezi haline getirmişlerdir (ilk devirlerdeki belli başlı hadis merkezleri ve buralarda yetişen âlimler hakkında geniş bilgi için bk. Sandıkçı, tür.yer.).

Sahâbe neslinin Hz. Peygamber’den bizzat duymadığı hadisleri diğer sahâbîlerden öğrenmek amacıyla yaptığı yolculuklar daha sonraki dönemlerde “talebü’l-hadîs” veya “rihle” adıyla devam etmiş, bu arada gittikleri ilim merkezlerindeki bütün hadisleri öğrenip ezberleyen güçlü hadis hâfızları yetişmiştir. Hadis hâfızı ve fakih Mekhûl b. Ebû Müslim (ö. 112/730) kölelikten âzat edildikten sonra Mısır, Irak, Hicaz (Medine) ve Şam’ı dolaşmış, kendi ifadesine göre bu bölgelerde rivayet edilen hadislerin tamamını öğrenmiştir (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 146). Yetmiş beş yıllık ömrünün otuz dört yılını belli başlı ilim merkezlerinde hadis tahsiliyle geçiren Endülüslü muhaddis Bakī b. Mahled gibi hadis talebeleri az değildir. Kendi memleketlerinde pek çok hadis âlimi bulunsa bile hadis talebelerinin önemli ilim merkezlerini bazan birkaç defa dolaşarak devrin tanınmış muhaddislerinden hadis rivayet etmeleri bir gelenek halini almıştı. Kendisinden hadis öğrenilecek muhaddis rivayetlerini bir kitapta toplamış olsa dahi bu kitabın sağlam bir nüshasını önce istinsah etme, ardından bizzat muhaddisinden dinleme veya ona okuma, yahut daha sonraki devirlerde geliştirilen usullerle bir kitabın ya da çeşitli kitapların rivayeti için icâzet alma geleneği tahsil süresinin uzamasına tesir etmiştir. Bütün bu zor şartlara rağmen muhaddislerin tükenmeyen gayretleri sonunda Hz. Peygamber’in hadisleri bir araya getirilmiş, hadisler arasındaki rivayet farkları azaltılmış, isnad zincirlerinin gereksiz yere uzaması önlenmiş, bu arada hadisleri rivayet eden kimselerin hayatları, şahsiyetleri, bilgilerinin ve hâfızalarının sağlamlık derecesi en ince noktasına kadar tesbit edilmiştir. İlk devirlerde yapılan seyahatler hadisleri toplamayı hedef almakla beraber daha sonraları âlî isnad elde etmek veya duyulmamış bir hadisi tesbit edebilmek amacıyla sürdürülmüştür. Zira muhaddisler, ancak uzun ve yorucu bir tahsilden sonra öğrendiklerini başkalarına öğretme hakkını elde edebilmişlerdir.

Hadis öğrenimi (tahammül) tarihî seyri içinde çeşitli metotlarla yapılmıştır. Bir hocanın (şeyh) rivayet ettiği hadisi hangi tarzda öğrendiği onu öğretirken kullandığı edâ sîgalarından anlaşılır. Rivayet usullerinin en makbulü, “hocanın ağzından duymak” anlamına gelen “semâ”dır. Bir kimse semâ yoluyla öğrendiği hadisi başkalarına rivayet ederken en çok “haddesenâ” (bize rivayet etti) lafzını kullanır. Talebe hocanın dersini, daha önce istinsah ettiği bir kitaptan takip etmeyip onun söylediği hadisleri huzurunda yazmak (imlâ) suretiyle öğreniyorsa bunları naklederken en güçlü rivayet şekli sayılan “haddesenâ imlâen” ifadesini kullanır. Hocanın rivayet ettiği hadisler onun huzurunda talebelerden birinin okumasıyla öğreniliyorsa buna “kıraat” veya “arz” denir. Bu usulle alınan hadisler ilk zamanlarda “haddesenâ” diye nakledilirken sonraları daha çok “ahberenâ” lafzıyla öğretilmiştir (bk. İHBÂR). Bu iki yolla bizzat hocadan hadis öğrenme fırsatı bulamayan talebe, onun rivayetlerini kendisinden alacağı bir icâzetle başkalarına rivayet etme hakkını elde edebilir ve bu şekilde aldıklarını “nebbeenâ” (bize rivayet etti) sîgasıyla nakledebilir. Hadislerin yazılı olduğu metinleri hocanın talebeye elden vermesi ve onun kendisinden rivayette bulunmasına izin verdiğini söylemesi (münâvele) daha makbul sayılmış ve bu tarzda alınan hadislerin rivayetinde “enbeenâ” (bize haber verdi) sîgası kullanılmıştır (bk. İNBÂ). Bizzat görüşmediği bir muhaddise, rivayet etmekte olduğu hadisi yazıp kendisine göndermesi için başvuruda bulunma âdeti sahâbenin de kullandığı bir öğrenim yolu olup “mükâtebe” veya “kitâbet” adıyla anılır. Hocanın mektubunda hadislerin rivayet yetkisini de (icâzet) verdiğine dair bir ifade kullanması, öğrencinin o hadisleri daha büyük bir yetkiyle rivayet etmesini sağlar. Hayatta bulunmayan bir râvinin ele geçirilen nüshasının rivayet edilmesi tartışmalı olmakla beraber bu durumun belirtilmesi şartıyla rivayet edilebileceği söylenmiştir (bk. VİCÂDE).

Genellikle II (VIII) ve III. (IX.) yüzyıllarda yapılan hadis tahsili yolculukları IV. (X.) yüzyılın sonuna doğru azalmakla beraber V. (XI.) yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. Bu seyahatlerin eski canlılığını yitirmesinin bir sebebi hadislerin kitaplarda toplanması, diğer bir sebebi de IV. (X.) yüzyıldan itibaren “dârüssünne” adıyla bazı hadis öğretim müesseselerinin kurulmaya başlanmasıdır. V. (XI.) yüzyılda ilki Bağdat’ta olmak üzere teşekkül eden ve tanınmış ilim adamlarını bünyesinde toplayan Nizâmiye medreseleri VI. (XII.) yüzyıldan itibaren “dârülhadîs” adıyla önce Dımaşk’ta, daha sonra Mısır ve Bağdat’ta, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar devrinde ise pek çok İslâm ülkesinde kurulup yaygınlık kazanmış, böylece hadis tahsilinin belli mekânlarda yapılması sağlanmıştır.