G) Hadis Çeşitleri

Kendilerine güvenilmeyen hadis talebelerinin daha I. (VII.) yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkması ile birlikte râvileri ve rivayetleri güvenilir olup olmama açısından, mahiyet ve muhteva bakımından belli terimlerle değerlendirme ihtiyacı doğmuş, bununla ilgili çalışmalar sonraki iki asırda gelişerek devam etmiştir. Bu terimleri birkaç grup altında toplamak mümkündür:

1. Hadisin Kaynağına Göre. Hz. Peygamber’in bazı hadisleri kendi ifadesi ve üslûbu ile söylerken, “Allah Teâlâ şöyle buyuruyor” demesine bakarak bu sözlerin mânasının onun gönlüne Allah tarafından ilham edildiği dikkate alınmış ve bunlara kutsî hadis denmiştir. İlâhî hadis, rabbânî hadis adları da verilen bu rivayetlerin içinde sahih, zayıf, hatta mevzû olanlar bulunabileceğinden tenkit ölçüleri kutsî hadislere de uygulanmıştır. Resûl-i Ekrem’in diğer hadislerinin bu niteliği taşımadığını kabul edenler, onlara “kutsî hadis” ifadesinin karşıtı olarak “nebevî hadis” demeyi uygun görmüşlerdir. Sahâbeden itibaren günümüze kadar herhangi bir kimsenin senedli veya senedsiz olarak, “Hz. Peygamber şöyle buyurdu” veya “şöyle yaptı” deyip doğrudan Resûl-i Ekrem’e isnad ettiği sahih, zayıf, hatta uydurma söze, fiile veya takrire merfû hadis (Peygamber’e ulaşan hadis) adı verilmiştir. Bu bir değerlendirme terimi olmayıp sözün Hz. Peygamber’e nisbetini ifade eder. Aynı şekilde sahâbîlerden birine senedli veya senedsiz nisbet edilerek, “Falan kimse şöyle söyledi” veya “yaptı” diye nakledilen söz, fiil veya takrire Peygamber’e kadar ulaşmayıp sahâbe neslinde kaldığı için mevkuf hadis denmiş, tâbiîn veya tebeu’t-tâbiîn neslinden bir âlime nisbet edilenlere de maktû hadis adı verilmiştir.

2. Râvi Sayısına Göre. Bazı hadisler onları ilk defa söyleyenden bir veya birden çok senedle gelmektedir. Senedlerin azlığına veya çokluğuna göre hadisler mütevâtir ve âhâd olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Mütevâtir hadisler, yalan bir haberi rivayet etme hususunda birleştiklerini aklın kabul etmeyeceği kadar kalabalık râviler topluluğunun yine kendileri gibi bir topluluktan alıp naklettikleri, görülen veya duyulan bir olayla ilgili hadislerdir. Diğer rivayetlerin aksine mütevâtir hadisler kesin bilgi veren sağlam haberler olduğu için tenkide tâbi tutulmaz. Kendileriyle amel edilmesi gerekli olan bu haberlerden sözleri birbirinin aynı olanlara “lafzî mütevâtir” denmekte olup bunların sayısı çok azdır. Sözleri arasında fark bulunmakla beraber muhtevaları aynı olan rivayetlere de “mânevî mütevâtir” adı verilir. Mütevâtir hadislerin sayısı hakkında 100 ile 300 arasında değişen rakamlar zikredilir.

Râvilerinin sayısı bakımından mütevâtir derecesine ulaşmayan rivayetler âhâd hadis sayılmıştır (bk. HABER-i VÂHİD). Mütevâtir derecesine ulaşmamakla beraber muhaddisler, fakihler, hatta diğer âlimler ve müslümanlar arasında yayılması sebebiyle bir nevi mânevî tevâtür özelliği taşıyan rivayetlere meşhur hadis denmiştir. Ashap ve tâbiîn dönemlerindeki râvileri bir veya iki kişi olsa bile daha sonra her nesilde ikiden fazla râvi tarafından rivayet edilen bu hadislere fıkıh âlimleri yaygın olmalarını göz önünde bulundurarak müstefîz adını vermişlerdir. Bir hadisin meşhur olması tenkit dışı kalmasını gerektirmediğinden bu tür hadisler güvenilirlik açısından sahih, hasen, zayıf, mevzû gibi kısımlara ayrılmıştır. Senedinin râvi sayısı baştan sona her tabakada en az iki olan hadislere azîz adı verilmiştir. Bu tarifi benimsemeyip bir hocadan iki veya üç kişinin rivayet ettiği hadislere azîz adını verenler de vardır. Senedinin herhangi bir yerinde râvi sayısı bire düşen hadisler garîb diye anılmıştır. Tek olan râvi sahâbî tarafında ise bu rivayetlere mutlak garîb (mutlak ferd), diğer kısımlarında ise nisbî garîb (nisbî ferd) denmiştir.

3. Sıhhat Derecesine Göre. Hadislerin hüccet (delil) değeri taşıması sıhhat (sağlamlık) derecesine bağlıdır. Sened ve metninin sağlamlığı sebebiyle delil olmaya elverişli hadisler genel bir ifadeyle makbul, böyle olmayanlar da merdud diye anılır. Öte yandan hadisler güvenilir olup olmama yönünden üçlü bir taksime tâbi tutulmuştur. Sahih hadis, güvenilir râvilerin rivayetlerine ters düşmemek (şâz), senedinde ve metninde gizli bir kusuru (illet) bulunmamak şartıyla, ilâhî emirleri yerine getirip günahlardan kaçınan (âdil) ve hadisi başkasına rivayet edinceye kadar hocasından aldığı gibi koruyan (zabt sahibi) râvilerin yine kendileri gibi râvilerden baştan sona kesintisiz (muttasıl) bir senedle rivayet ettikleri hadistir. Sahih hadislerin en üstünü mütevâtir rivayetlerdir. Diğer hadis kitaplarında da çok miktarda sahih hadis bulunmakla birlikte en güvenilir hadisler, Buhârî ve Müslim’in el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’lerinde bir araya getirilmiştir. Sahihten bir derece aşağıda bulunan hasen hadis, râvisi zabt açısından biraz kusurlu olan hadistir. Bu hadisleri fıkıh âlimleri delil olarak kullanmışlardır. Hasen hadislerin çokça bulunduğu kaynakların başında Tirmizî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i ile Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce’nin sünenleri gelmektedir. Sahih ve hasen hadislerin makbul ve delil olmaya elverişli durumda bulunduklarını ifade etmek üzere “ceyyid, mücevved, sâbit, kavî, mahfûz, ma‘rûf, sâlih” gibi terimler de kullanılmıştır. Sahih ve hasen hadisin şartlarını taşımayan rivayetler ise zayıf kabul edilmiştir. Âlimlerin önemli bir kısmı sahih veya hasen hadisin bulunmadığı konularda fazla kusurlu olmamak şartıyla zayıf hadislerle de amel edilebileceğini söylemiştir. Zayıf hadis, sahih hadiste bulunması gereken özelliklerden birini veya birkaçını taşımamasına göre değişik adlarla anılır.

4. Senedinde Kopukluk Bulunmamasına Göre. Hadisin senedinde yer alan ilk râviden son râviye kadar isnad zincirinin halkalarında kopukluk bulunmayan hadislere -bunlar ister merfû ister mevkuf isterse maktû olsun- muttasıl ve mevsul adı verilmektedir. Senedlerinde kopukluk bulunmamasına bakarak bu rivayetlere müsned de denilmektedir. Fakat genellikle müsned hadisler senedinde kopukluk olmadan Hz. Peygamber’e ulaşan rivayetlerdir. Resûl-i Ekrem’in müsned ve muttasıl olan bir hadisi söylediği sırada yaptığı bir hareketi (meselâ sahâbînin elini tutması) veya kullandığı bir sözü (meselâ yemin ederek hadise başlaması), yahut hem hareketi hem sözü o hadisi rivayet ederken her bir râvinin aynen tekrarlaması halinde bu hadis müselsel adını alır. Müselsel hadislerin muttasıl olması onların sağlamlığını göstermez. Hadisin senedindeki râvilerin, o hadisi birbirlerinden duyduklarını açıkça belli eden “semi‘tü, haddesenâ, ahberenâ” gibi sîgalar yerine “an” sîgasıyla rivayet etmeleri halinde hadis muan‘an, “enne” sîgasıyla rivayet ettiklerinde de müen’en diye anılır. Muan‘an ve müen’en hadislerin muttasıl kabul edilebilmeleri için senedlerindeki râvilerin adâlet sahibi olup “tedlîs” (aş.bk.) yapmadıklarının ve hadisleri birbirleriyle görüşerek muteber bir yolla rivayet ettiklerinin bilinmesi gerekir.

5. Senedinde Kopukluk Bulunmasına Göre. Senedinde kopukluk bulunan hadisler zayıf sayılmış, kopukluğun bulunduğu yere ve eksik olan râvi sayısına göre değişik adlarla anılmıştır. Bunlardan mürsel olanlar, bir tâbiînin kendisinden o hadisi aldığı sahâbînin adını atlayarak Hz. Peygamber’e nisbet ettiği hadislerdir. Ancak mütekaddimûndan olan muhaddislerle fıkıh ve usûl-i fıkıh âlimleri daha sonraki muhaddislerin aksine senedi kopuk olan her hadise mürsel adını vermişlerdir. Âlimlerin çoğu mürsel hadisin zayıf olduğunu söylerken bazı âlimler sika râviler tarafından rivayet edilen mürselleri sahih kabul etmişlerdir. Münkatı‘ hadis, senedinden en az bir veya ardarda olmamak şartıyla birden çok râvi eksik olan veya sadece tâbiî râvisi düşen yahut senedinde bilinmeyen bir râvi bulunan hadistir. Mu‘dal hadis, senedinin herhangi bir yerinden birbiri ardınca iki veya daha fazla râvinin düştüğü hadistir. Senedinde birer râvinin eksik olduğu mürsel ve münkatı‘ rivayetler zayıf sayılmakta, iki veya daha fazla râvinin düştüğü mu‘dallar ise onlardan da zayıf kabul edilmektedir. Müdelles hadis, kusuru râvisi tarafından gizlenerek hiçbir kusuru yokmuş gibi rivayet edilen hadistir. Meselâ râvinin, kendisinden hadis duymadığı bir kimseden duymuş gibi rivayet etmesi, yahut durumunu gizlemek istediği zayıf bir hocasını bilinmeyen lakabı veya nisbesiyle anması birer kusur (tedlîs) sayılmıştır. Senedin son râvi ile başlayan kısmından bir veya birkaç râvisi, hatta senedin sonuna kadar bütün râvileri düşürülerek rivayet edilen hadise muallak adı verilmektedir. Buhârî gibi bazı muhaddisler, genellikle bir meseleyi kısaca ifade etmek istedikleri zaman senedinde hiçbir kopukluk bulunmayan hadisleri bütün senedlerini veya senedin bir kısmını atarak zikretmişlerdir. Onların maksatları bilindiği için bu nevi muallak rivayetler zayıf sayılmamıştır.

6. Râvisinin Kusuruna Göre. Râviler, hadis âlimleri tarafından ya yalancılık, ibadette gevşeklik gibi ahlâkî ve dinî kusurlar bakımından (adâlet) veya çok yanılma, hâfıza bozukluğu, dikkatsizlik gibi zihnî yetersizlikler (zabt) açısından tenkide uğramışlardır. Râvilerin rivayet ettiği hadisler buna göre değişik adlar alır ve farklı mertebelerde değerlendirilir. Râvinin bir kelimeyi yanlış okuması veya hocasından dinlerken yanlış duyması sebebiyle senedinde yahut metninde hata yapılan hadise musahhaf denir. Daha sonraki dönemlerde bu mâna değişmiş, kelimenin yazılışı bozulmamakla beraber noktalama hatası yapılan hadislere musahhaf, hareke ve harf yanlışı yapılanlara da muharref adı verilmiştir. Bu hadisler sened ve metinlerinin durumuna göre sahih, hasen veya zayıf olabilir. Muztarib hadis, râviler tarafından birbirine muhalif olarak rivayet edilen, biri ötekine tercih veya birbiriyle telif edilemeyen rivayetlerdir. Râvisinin hâfıza kusurundan kaynaklanan ıztırâb metne göre senedde daha çok görülür ve hadisin zayıf sayılmasına yol açar. Râvilerden birinin metin veya seneddeki kelimelerin yerini değiştirmesi, yahut bir kelimenin yerine bir başka kelimeyi koyması suretiyle rivayet ettiği hadis maklûb adını alır. Hadisi rivayet edenin açıklama yapmak amacıyla söylediği, ancak talebeleri tarafından hadisin metninde veya senedinde bulunduğu zannıyla hadisle birlikte rivayet edilen kelime veya cümleye ve dolayısıyla bu fazlalığın bulunduğu hadise müdrec denir. Bazı hadisler, dış görünüşü bakımından kusursuz sanılsa bile sahih olmalarına engel teşkil eden ve ancak hadis âlimleri tarafından farkedilen gizli bir kusur (illet) taşıyabilir. Bu tür hadislere muallel veya ma‘lûl denir. Güvenilir bir hadis râvisinin kendinden daha güvenilir olan bir râvinin veya râvilerin rivayetine ters düşecek şekilde naklettiği hadise şâz adı verilir. Bu hadislerden daha güvenilir râvinin rivayetine mahfuz denir ve bu hadis delil olarak kullanmada ötekine tercih edilir. Sika bir râvi, arkadaşlarıyla birlikte bir muhaddisten aldığı hadisi onların söylemediği bir fazlalıkla rivayet ederse bu fazla kısma “ziyâdetü’s-sika” adı verilir ve ilâve kısım delil olarak kullanılabilir. Râvisi güvenilir de olsa sadece bir senedi bulunan hadis bazı âlimlerce şâz kabul edilmiştir. Şâz hadisin aksine zayıf bir râvinin güvenilir kimsenin rivayetine ters düşecek şekildeki nakline münker adı verildiği gibi münkerin karşıtı olan güvenilir râvinin rivayeti de ma‘rûf diye anılır ve bu hadis delil olarak kullanılır. Hadiste yalan söylemekle itham edilen veya özel hayatında yalan söylediği, büyük günah işlediği, çok yanıldığı bilinen râvinin tek başına rivayet ettiği hadise metrûk (matrûh) denmektedir.

Yalancılar tarafından uydurulup Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetlere mevzû adı verilir. Bazı kötü niyetli kimseler, maddî veya mânevî çıkar elde etmek düşüncesiyle, yahut bir kısım iyi niyetli kişiler sevap kazanmak arzusuyla uydurdukları veya duyup beğendikleri bazı sözleri hadis diye nakletmişler, bu şekilde müslümanların dinlerini saf kaynağından almalarını bir ölçüde zorlaştırmışlardır. Muhaddisler, mevzû rivayetleri tesbit edip ayıklamak için çeşitli usuller geliştirmişler ve bu maksatla büyük gayretlerin ürünü olan çalışmalar ortaya koymuşlardır. Hadis diye uydurulan sözleri veya bizzat kendilerinin uydurduğu rivayetleri menfaatleri uğruna halka yaymaya çalışan kimselere “kussâs” adı verilmiştir.