Ziyâde

Sözlükte “fazlalık” anlamına gelen bir kelimedir. Hadîs Usulünde ziyâdetu's-sîka veya çoğul halinde ziyâdâtu's-sikât şekillerinde geçer. Kısaca, sika olan bir ravinin bir Hadîsin rivayetinde yaptığı fazlalığa denir. Öteki deyişiyle güvenilir bîr ravinin, rivayet ettiği bir Hadîsin metninde diğer sika ravilerden farklı olarak naklettiği fazlalığa ziyade adı verilmiştir. Şu misaller ziyadenin tarifini daha da açıklığa kavuşturacak nitilektedir: “...Hz. Peygamber (s.a.s) Ramazan ayında fitre zekatını hür olsun, köle olsun, erkek-kadın bütün müslümanlara bir sa' (miktarı) hurma veya arpa olarak vermelerini emretti.” Tirmizî'nin belirttiğine göre bu Hadîsi Mâlik, Nâfi'den rivayet etmiş ve metnine “mine'l-muslimîn” lafızlarını ziyade kılmıştır. Ebu Davud da aynı ziyadeye işaret ederek “Hadîsi Sa'id el-Cumahî, Ubeydullah-Nafi tarîkıyla rivayet ederek “mine'l-muslimîn” ziyadesinin olmayışı meşhurdur” demiştir. Şu hale göre İmam Malik bu Hadîsi metninde bu ziyadeyle rivayet etmiştir. Yine Tirmizî'nin kaydettiğine göre bahis konusu ziyade, Hadîsle amelde ihtilaf kaynağı olmuştur. Nitekim başta İmam Malik olmak üzere İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel Hadîsteki bu ziyadeye dayanarak fitre vermenin kadın-erkek, hür veya köle bütün müslümanların boynuna borç olduğuna, müslüman olmayan kölelerin fitre vermeyeceklerine hükmetmişlerdir. Halbuki Hadîsteki ziyadeyi kabul etmeyen Sufyân es-Sevrî, Abdullah İbnu'l-Mübarek ve İshâk b. Râhûye gibi alimler kölelerin müslüman olmasalar dahi fitre vermeleri gerektiğine hükmetmişlerdir. 1228 Müslim'in Ebu Mâlik el-Eşca'î - Rib'î -Huzeyfe tarikından rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuşlardır: “Üç şeyle diğer insanlara üstün kılındık: (Namaz kılarken durduğumuz) saflarımızı meleklerin saflarına denk tutuldu. Bütün yeryüzü bizler için mescit, toprağı da su bulamadığımız vakit temizleyici kılındı.”1229 Bu Hadîsin de “ve cu'ilet turbetuhâ lenâ tahûren” kısmı Ebu Mâlik el-Eşca'î'nin rivayetinde teferrüd ettiği ziyadedir; zira diğer rivayetlerde bu kısım “ve cu'ilet lenâ'l-ardu mesciden ve tahürâ” şeklindedir. 1230 Burada şunu kaydetmek gerekir ki ziyâde ile idraci birbirine karıştırmamalıdır; çünkü görünüşte aynı oldukları intibaını uyandırsalar bile aralarında fark vardır. Bu fark ziyadenin Hadîsin metninde diğerlerine göre farklı şekilde rivayet edilen fazlalık, idrac ise ravinin, rivayet ettiği metne kendisi tarafından eklenen veya eklenmese dahi başkaları tarafından katılan sözler oluşundan kaynaklanmaktadır. Sika ravilerin rivayette tek kalmaları halinde ziyadeleri makbuldür. el-Hatîbu'l-Bağdâdî, Fıkıh ve Hadis alimlerinin bu görüşte olduklarına işaret ederek şunları söylemiştir: “Fakihler ve Hadîscilerin çoğu sikanın rivayetinde tek kaldığı ziyadesinin makbul olduğu görüşündedirler. Bu görüşleriyle herhangi bir şer'i hükmün taalluk ettiği veya etmediği ziyade ile ziyadenin bulunmadığı bir haberle sabit olacak hükümlerde noksanlığa yol açacak ziyade arasında hiçbir ayırım yapmamışlardır. Aynı şekilde şer'î hüküm taalluk etsin veya etmesin sika ravinin teferrüd ettiği ziyade ile sabit bir hüküm değişmesine yol açacak veya açmayacak ziyade arasında da ayırım yapmış değildirler. Dahası ziyade, ravisinin bir defasında noksan olarak rivayet ettiği bir haberde olsa ve sonradan o ziyade ile rivayet etmiş ya da kendisi rivayet etmeyip başkası nakletmiş bulunsa dahi yine ayırım yapmaya lüzum görmemişlerdir.” 1231 el-Hatîbin bu sözlerinden anlaşıldığı gibi Fıkıh ve Hadis alimleri sika ravinin rivayetinde tek kalmış olduğu ziyadesinin ne şekilde olursa olsun makbul sayılması gerektiğine kail olmuşlardır. Bununla birlikte sikanın ziyadesinin ancak bir şer'i hükme taalluk etmesi halinde kabul edilmesi gerektiğini, hüküm ifade etmediği sürece kabulüne gerek olmadığını ileri sürenler de vardır. Bazı şafiiîer ise ziyadenin Hadîsi rivayet eden raviden değil de sika bir kimseden gelmesi halinde kabul edileceğini söylemişlerdir, şu var ki bu takdirde aynı ravinin Hadîsi bir kere ziyade olmadan, ikinci defa ise ziyade ile rivayet etmemesi aranır. Eğer ravi bu şekilde rivayet etmemiş de bir kere ziyadesiz ikincide ise metninde ziyade olduğu halde rivayet etmişse böyle ziyade makbul tutulmaz. el-Hatîb'in kendisine göre ise ziyade, adalet sahibi, hafız, mutkin ve zabtı tam bir raviden geldiği sürece ne şekilde olursa olsun makbuldür ve amel edilebilecek niteliktedir. 1232 İbnu's-Salâh'a göre sikanın teferrüdü üç haldedir. Bunlardan üçüncüsü başka sika ravilerin rivayet etmedikleri tek lafız ziyadesi gibi bir ziyade ile rivayette teferrüddür. Hadîs ehlinin ve fıkıhcüann makbul saydıkları ziyade budur. 1233 İbn Hacer ise ziyadeyi İbn Salâh’ın söylediklerine uygun görmüş ve ancak şâz olmaması halinde makbul olacağını söyleyerek şöyle demiştir: “Sahih ve hasen ravisinin Hadîste olan ziyadesi, bu ziyadeyi yapmayan ve daha güvenilir olan bir başka ravinin rivayetine aykırı düşmedikçe makbuldür: çünkü Hadîsteki ziyade, ya bu ziyadeyi zikretmeyen kimsenin rivayetine aykırı olmaz. Bu takdirde, ziyadesi bulunan Hadîs mutlaka kabul edilir; zira bu, güvenilir bir ravinin rivayetiyle tek kaldığı müstakil bir Hadîs hükmündedir ve bu Hadîsi başkası şeyhinden rivayet etmemiştir. Yahutta bu ziyade, diğer rivayete aykırı düşer ve kabul edilmesi halinde diğer rivayetin reddedilmesi gerekir. İşte böyle bir durumda, ziyadeyi ihtiva eden rivayetle, onun zıddı olan rivayet arasında tercih yapılır. Râcih (üstün) olan kabul edilir, mercûh (daha aşağı derecede) olan bırakılır. Ziyadenin tefsile gitmeksizin mutlak olarak kabulü ile ilgili görüş, Hadîscilerle fıkıhcıların ekserisi arasında meşhur olmuştur. Ancak, Hadîsin şâz olmamasını sahihte şart koşan, sonra da şâzzı güvenilir bir ravinin kendisinden daha güvenilir bir raviye muhalefeti olarak tefsir eden Hadîsciler yönünden tafsile gitmeksizin ziyadenin mutlak olarak kabul edilmesi doğru olmamak gerekir. Aksi halde sahihi red, buna karşılık şâz olan Hadîsi kabul etmek icabeder.” 1234 İbn Hacerin bu söylediklerinden onun ziyadeyi şâz'dan ayrı mütalaa ettiği ve şâz olmadığı takdirde ziyadenin kabul edileceği görüşünü benimsediği anlaşılmaktadır. Şâzz'ın zayıf Hadîslerden olması dolayısiyle doğru olan görüş de budur; zira İbn Hacer'in de ifade ettiği gibi şâzz'ı hem zayıf kabul etmek, hem de ihtiva ettiği ziyade dolayısiyle onun mutlaka kabul edileceğini söylemek açık bir tezattır.

Kaynak : Diyanet İşleri Başkanlığı Hadis Terimleri Sözlüğü