Osmanlı Dönemi Hadis Çalışmaları

   Hadis tarihi oluşum, gelişim, açılım, daralma ve yeni/dönüşüm dönemi şeklinde tarihsel safhalara ayrılacak olursa, Osmanlı devrine daralma dönemi denk düşer. Bu döneme nazım, haşiye, muhtasar ve şerh türü eserler rengini verir.153 Bu dönem, daha önceki devirlerde ortaya konulan mesai ve edebî türlerin çeşitliliğine nispetle bir duraklamayı/dinginleşmeyi ifade eder. Osmanlı döneminde hadisin en güçlü biçimde ele alındığı alan, eğitim kurumları yani “dârülhadis”lerdir. Bu hadis okullarında daha çok ders takririne yönelik eserler okutulmuş, Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri ile Sâğânî’nin Meşâriku’l-envâr’ı en çok okutulan kitaplar olmuştur. Diğer yandan Osmanlı hadisçileri medreselerde tedris edilen eserlerin yanında kitlelere hitap edecek hadis kitapları kaleme almayı ihmal etmemişlerdir. Bilhassa IX/XV. asırdan itibaren Osmanlı müelliflerinin “kırk hadis” çalışmalarına yöneldikleri görülür.
   Arapça kırk hadislerin yanında Osmanlı’da bir de Türkçe kırk hadis çalışmaları vardır ve bunların çoğu manzumdur. Divan Edebiyatı da denilen, Klâsik Türk Edebiyatı’nın egemen olduğu dönemde kaleme alınmış manzum yüz hadis eserleri de hadisi halka ulaştıran ve halk bilgisinin şekillenmesine etki eden hadis çalışmalarıdır. Osmanlı insanına Hz. Peygamber sevgisini ve ona nispet edilen hadisleri taşıyan daha başka eser türleri de vardır. Muhammediyye, Envârü’l-âşıkîn ve Ahmediyye gibi eserler, asırlarca Osmanlı devrinde Hz. Peygamber ile ilgili olarak şekillenen halk anlayışını beslemişlerdir. Sûfî kaynaklı eserler de kimi hadislerin topluma ulaşmasında aracı görevi görmüş ve bazı telakkileri bu hadisler vasıtasıyla geniş halk katmanlarına kabul ettirmiştir. İrşad amacıyla kaleme alındıkları için bilimsel bir titizlik gösterilmemiş ve halkın iyiye ve güzele yönlendirilmesine faydası dokunacak her türlü bilgi, haber, hikâye gibi hadis ve rivayetler rahatlıkla kullanılmıştır. Osmanlı devri halk kaynaklarında hadislere yer veren müelliflerin geneli, bugünkü mânâda bir bilimsel tenkit anlayışıyla rivayetlerin tarihî ve ilmî olarak sahîh olup olmamasıyla ilgilenmemişler, rivayetleri halk irfanının mutemet kaynakları olarak kabul etmişlerdir.154
   Osmanlı döneminde Anadolu’da hadis, eğitim kurumlarında “dârülhadis” lerin tesisiyle yerini alır. İlk Osmanlı dârülhadisi I. Murad devrinde (792/1389) İznik’te yaptırılır. Bu, İslâm Dünyası’nda bilinen en eski dârülhadisin kurulmasından yaklaşık iki buçuk asır sonraya rastlar. Zira hicrî altıncı asırda Sultan Nûreddin Mahmûd’un (569/1173) Dımaşk’ta kurduğu “Nûriyye Dârülhadisi” bu alanda ilk olarak kabul edilir. I. Murat devrinin önemli sîmalarından biri olan İbn Melek İzzeddin Abdüllatîf (797/1394), İslâmî ilimlerin her alanında kaynak olmuş, İzmir Tire’de müderrislik yapmıştır. Eserlerinden birisi, Osmanlı medreselerinin hadis sahasındaki başyapıtlarından biri olan Sâğânî’nin (650/1253) Meşâriku’lenvâr’ı üzerine yazılmış olan Mebârikü’l-ezhâr’dır.
   Osmanlı dârülhadislerinin en önemlilerinden biri, II. Murad tarafından kurulan Edirne Dârülhadisi’dir. Yapının inşa tarihi 828/1435’tir. II. Murad devrinde (1421-1451) Arabistan, Türkistan ve Kırım’dan birçok değerli âlim getirilmiştir. Aralarında Molla Gürânî, Alâeddin et-Tûsî, Alâeddin es-Semerkandî ve benzeri şahsiyetlerin de bulunduğu bu âlimler heyetinde Osmanlı’da ilk resmî hadis hocası sayılan Fahreddin Acemî (865/1460-1461) de vardır. Fatih devrinin gözde sîması, sultanın hoca sı, Şeyhülislâm Molla Gürânî’nin (893/1487) el-Kevseru’l-cârî (alâ/fî) ilâ Riyâzi’l-Buhârî adlı Buhârî şerhinin bulunması, eğitim kurumlarına denk olarak temel hadis kaynakları üzerine de çalışmalar yapıldığını gösterir. Gürânî’nin, Mısır’daki hadis birikimini Anadolu’ya taşıyan önemli isimlerden biri olduğu söylenebilir. Zira kendisi 835/1431 civarında Kahire’ye gelmiş ve İbn Hacer’den (852/1448) Buhârî’nin es-Sahîh’i ve Irâkî’nin Şerhu elfiyye’sini; Zeyneddin ez-Zerkeşî’den (846/1442) Müslim’in es-Sahîh’ini okumuştur. Tarihçi Makrizî (869/1441) kendisinden Müslim ve benzeri eserleri okumuştur. Gürânî, Fatih devrinde İstanbul’da kendi adına bir de dârülhadîs medresesi yaptırmıştır.
   II. Bayezid döneminde (1481-1512) Amasya’da kurulan Abdullah Paşa Dârülhadis’i (890/1485), Kanunî devrinde inşa edilen Süleymaniye Dârülhadisi’ne (964/1557) kadar dikkat çeken önemli kurumlardandır. Bu devrin mühim sîması ise Tokatlı Molla Lütfi’dir(900/1495) ve döneminde pek çok eser vermiştir. Bunlar içerisinde hadisle ilgili olan Şerhu’l- Buhârî veya Ta’lika ale’l-Câmi’i’s-sahîh dikkate değer bir çalışmadır.
   Yavuz Sultan Selim (1512-1520) dönemi, kuşkusuz Osmanlı Anadolu coğrafyasında bir dönüm noktasıdır. Mısır’ın Osmanlı yönetimine katılması, sadece siyasal bir açılım değil aynı zamanda bilimsel, kültürel ve sanatsal bir kazanım da olmuştur. Osmanlı dönemi Mısır’ının mümtaz hadisçilerine örnek vermek gerekirse bunlar arasında Abdurraûf el- Münâvî’yi (1031/1621) anmak gerekir. Eserleri arasında on bin hadisi içeren ve kırk dört kaynaktan derlenen Künûzü’l-hakâik önemli bir yer tutar. Rûdânî (1094/1682) ise Münâvî’nin ölümünden yedi yıl sonra Kuzey Afrika’nın Sus kenti yakınlarındaki bir kasabada doğmuş, Marakeş, Cezair ve Mısır’da ilim tahsil etmiştir. Rûdânî, Osmanlı devri Anadolu’sunun en büyük hadisçilerinin yetişmesine de büyük katkısı olan bir zattır. Eserlerinden Cem’u’l-fevâid min Câmi’i’l-usûl ve Mecmai’z-zevâid, hadis sahasında önemli bir derlemedir. Bu çalışma, Büyük Hadis Külliyâtı adıyla Türkçeye de çevrilmiş ve üç cilt halinde basılmıştır.155
   Süleymaniye Dârülhadisi’nin kurucusu olan Kanûnî Sultan Süleyman devri (974/1566), her bakımdan Türk ilim, irfan ve edebiyatının şahsiyetini kazandığı bir kemal devresidir. İbn Kemal Paşa (940/1533), Molla Lütfi, Kestelli, Hatibzâde ve Marufzâde’den ders aldıktan sonra Edirne medreselerine müderris olmuştur. Edirne kadılığı ve Anadolu kazaskerliği yapmış, Kanûnî devrinde şeyhülislâm olmuştur. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler de yazan İbn Kemal’in iki yüz kadar eseri vardır. Hadis alanında Ta’lika ale’l-Câmii’s-sahîh li’l-Buhârî, Şerhu Meşâriki’l-envâr li’s-Sâğânî ve Şerhu erba’in isimli eserleri bulunmaktadır.
   II. Selim devrinde (1566-1574) padişahın hocası Atâullah Efendi tarafından Birgivî Mehmed Efendi (981/1573) için Birgi’de İsa Bey Camii yakınında inşa ettirilen “Atâullah Efendi Dârülhadis”i (979/1571) önemli bir mevkii haizdi. Osmanlı hadisçiliğinin en mühim simalarından birisi olan Birgivî Mehmed Efendi,156 hadis usulüne ilişkin bir risale, ibadetler konusunda kırk hadis şerhi ve iki ciltlik Kitâbü’l-îmân ve’l-istihsân adlı derleme çalışmasıyla hadis sahasında dikkat çeken eserler vermiştir. Birgivî, ahlâk sahasında kaleme aldığı et-Tarîkatü’l-Muhammediyye adlı eseriyle ilim ve kültür dünyamızda derin tesirler uyandırmıştır. Tek ciltlik bu eserinde 775 hadis naklederek neredeyse müstakil bir hadis eseri oluşturan Birgivî, sünnete dayanan sağlam bir ahlâkî yapılanmayı okuyucusuna sunmaktadır. Tarîka üzerinde çok sayıda şerh çalışması yapılmıştır.
   Osmanlı dârülhadislerinde ders metni olarak Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim; Bağavî’nin (516/1126) Mesâbîhu’s-sünne; es-Sâğânî’nin (650/1253) Meşâriku’l-envâr gibi eserleri okutulmuştur. Bu kurumlarda yetişen hadisçilerin, sadece birkaç hadis kitabını okuduklarını düşünmek yanıltıcı olur. Devrin ilim anlayışı çerçevesinde okunması mutat olan temel hadis kaynakları Osmanlı dârülhadislerinde de okunmaktadır. Bunu görmek için Osmanlı’nın son muhaddisi sayılabilecek olan Zâhid el-Kevserî’nin (1371/1952) hadis birikimine ve onu nasıl edindiğine bakmak yeterlidir. Onun icazet ve rivayet silsilelerinden anlaşılmaktadır ki, Osmanlı dönemi Anadolu’sunda on yedinci asırdan itibaren geleneksel hadis nakil usulüne uygun bir biçimde hadis kaynaklarının okunması ve aktarılması geleneği oturmuştur. Yine rivayet silsilelerinden anlaşılan bir başka husus, Mısır’ın Yavuz Selim tarafından Osmanlı yönetimine katılmasıyla birlikte Anadolu, Mısır, Irak ve Suriye bölgesi âlimleri arasındaki bilgi alışverişinin daha da hızlandığıdır. Meselâ, Necmeddin el-Gaytî (984/1576) Osmanlı egemenliğindeki Mısır’ın yetiştirdiği en gözde hadis hafızlarından biridir. Onun talebelerinin talebeleri kanalıyla geleneksel hadis aktarım/rivayet usulü Anadolu’da da yaygınlaşma sürecine girmiş ve on sekizinci ve on dokuzuncu asırlarda iyice yaygınlaşmıştır. Gaytî, İbn Hacer’in (852/1448) ileri gelen talebesi Zekeriyya el-Ensârî’nin (925/1519) öğrencisidir. Gaytî ve hocası Zekeriyya el-Ensârî aynı zamanda Hind uleması ile Osmanlı Anadolu ulemasının ortak hadis kaynaklarını teşkil etmektedirler. Eğer son asırlarda Hindistan’ın yetiştirdiği büyük hadisçilerden birisi olan ve Hind-Pakistan alt kıtasında hadisçilik cereyanına ruhunu veren Şah V eliyyullah ed-Dihlevî’nin (1176/1762) hadisteki rivayet silsileleri incelenecek olursa, bunların bir kısmının Gaytî ve Ensârî kanalıyla İbn Hacer’e ulaştığı görülür. Aynı durum Yemen hadisçileri için de geçerlidir. Bunun örneği Sıddık Hasan Han el-Kannûcî’nin (1307/1889) icazet belgesidir. Böylece Gaytî, Osmanlı dönemi Anadolu, Hind ve Yemen hadisçilerinin ortak noktalarından birini teşkil eder. Bunun bir anlamı da, Osmanlı yönetimindeki Mısır’ın Hadis İlmi bakımından hâlâ cazibe merkezi olma özelliğini koruduğudur.
   İsmail el-Aclûnî de (1162/1748) Şam’da yetişmiş bir Osmanlı devri hadisçisidir. III. Ahmed’in hükümdarlığı zamanında 1707 yılında hilâfet merkezi İstanbul’a gelmiş ve burada bir yıl kalmıştır. Osmanlı Anadolusu’nda Aclûnî’nin el-Erbaûn el-Aclûniyye adlı eseri okunarak aktarılmıştır. Onun İstanbul’a geldiği sene Kalenderhane Mahallesi’nde Hasan Ağa Dârülhadis’i (1119/1707) açılmıştır. Bu tarih, Sadrazam Damad İbrahim Paşa’nın (1143/1730) kendi adına dârülhadisler, külliyeler, kütüphaneler tesis ettiği; devrin akademisi sayılabilecek ilim heyetleri teşkil ettiği bir sürecin arefesidir. Nitekim zamanın padişahı III. Ahmed, kendisi de Hadis İlmi’ne özel bir ilgi duymaktadır. III. Ahmed’in hadise olan ilgisi devrinde yazılmış pek çok kırk hadis kitabından da anlaşılabilir. Nitekim bu eserlerden bazıları Sultan’a ithafen kaleme alınmıştır. Enderûn-ı Hümâyûn mensubu Abdullah b. Mehmed’in Padişah’ın cülûs yılı olan 1115/1703’de kaleme aldığı Ahsenü’l-haber başlıklı kırk hadis çalışması bunlardan biridir. Hikmetî’nin kırk hadis tercümesi ile Osmanzâde Tâib’in Sıhhat-âbâd adlı kırk hadis tercümesini yine aynı padişaha ithafen yazmış olmaları da bunu desteklemektedir.
   On sekizinci asır Osmanlı Anadolusu’nun en büyük hadisçisi ise tartışmasız Amasyalı Yusuf Efendizâde Abdullah’tır (1167/1754). Yusuf Efendi 1066/1655’de Amasya’da doğmuştur. Babası Muhammed el-Amasî, ayrıca, Ali b. Süleyman el-Mansûrî (1134/1721), Kara Halil (1123/1711) ve İbrahim b. Süleyman el-Bektâşî’den (1120/1708) ve Ayasofya Şeyhi diye şöhret bulan Süleyman el-Fâzıl’dan (1134/1721) okumuştur. Hocası olan bu zat, Anadolu’nun gözde hadisçilerinden biri olarak nitelenir. Yusuf Efendizâde seksen iki yaşında 1167/1754’de vefat etmiştir. Hadis alanında iki mühim eseri vardır: Bunlardan birisi Buhârî şerhi Necâhu’l-kâri’dir ve otuz cüzden müteşekkildir. Hadis alanındaki diğer çalışması, Müslim şerhidir ve İnâyetü’l-meliki’l-mün’im li şerhi Sahîh-i Müslim başlığını taşımaktadır.
   Trablusşam müftülüğü de yapmış olan Seyyid Ahmed el-Ervâdî, 1266/1849’da İstanbul’a gelmiş ve iki sene Ayasofya’da hadis okutmuştur. Talebesi ve müridi Gümüşhanevî de kendisiyle bu sırada tanışmış ve ondan hadis dersleri almıştır. Gümüşhanevî’nin hadis sahasında, Râmûzu’l-ehâdîs (I-II); onun şerhi Levâmiu’l-ukûl (I-V) Garâibü’l-ehâdîs ve Hadîs-i erbaîn gibi eserleri vardır. Gümüşhanevî 1877’de hac dönüşü Mısır’a uğramış ve üç sene orada kalarak Nâsıriyye, Ezher ve Seyyidinâ Hüseyin camilerinde hadis okutmuştur.
   Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesine yaklaşık çeyrek asır kaldığı sırada, geleneksel hadis birikimini bir sonraki kuşağa aktaranlardan birisi Safranbolulu Hafız (Büyük) Ahmed Şâkir’dir (1315/1897). Hocaları arasında Vezir Muhammed Ruşdî eş-Şirvanî (1291/1874) ve “Muhaddisü’lâsıme” (Başkentin Hadisçisi) diye anılan, Buhârî ve Müslim’in Sahîhlerini kendisinden okuduğu Muhammed el-Ezherî (1298/1880) de vardır. Ahmed Şâkir, aralarında Kevserî’nin hocaları Eğinli İbrahim Hakkı ve Alasonyalı Zeynelâbidîn’in de bulunduğu yaklaşık beş yüz âlim yetiştirmiştir. Talebelerinden Erzurumlu Musa Kazım ile Muhammed Nuri daha sonra şeyhülislâm olmuşlar; Mahmud Esad, bakanlık yapmıştır. İzmirli İsmail Hakkı ise hadis de dâhil pek çok sahada Osmanlı birikimini Darülfünûn’a (Üniversite) taşımıştır.
   Osmanlı Anadolu coğrafyasında hadis sahasındaki eserlerin çeşit olarak diğer bölgelere göre daha az olmasının farklı nedenleri vardır. Bunlardan birincisi, hadis geleneğinin Suriye, Mısır, Hind gibi bölgelere nispetle Anadolu’ya çok daha geç bir zamanda gelmiş olmasıdır. Bu itibarla ilk dârülhadislerde hocalık yapanlar rivayet ilimlerinde uzmanlaşmış kimseler olmaktan ziyade aklî ilimlerde yetişmiş, ama bu arada Buhârî ve benzeri eserleri de okumuş kimselerdir. Bir diğer sebep, Osmanlı’da âlimler üzerindeki “idarî motivasyon”, diğer bölgelerden çok daha güçlü olmuştur.
   Osmanlı hadis geleneğinde dikkati çeken bir diğer nokta ise hadisle tasavvufun kaynaşmış olmasıdır. Özellikle Mısır’ın Osmanlı yönetimine katılması Anadolu’daki resmî hadisçiliği olduğu kadar sivil hadisçiliği de derinden etkilemiştir. Bu tarihten itibaren, daha önceleri de kısmen var olan bölgeler arası bilgi alışverişi daha da hızlanmıştır. Anadolu’daki hadis geleneğinin Gaytî (984/1576), Aclûnî (1162/1748) ve Ervâdî (1275/1858) gibi sûfî hadisçilere dayandığı görülür. Osmanlı devrinde hadisle meşgul olan zatlara şu şahıslar örnek verilebilir:
   Fahreddin-i Acemî (865/1460)
   Molla Gürânî (893/1487)
   Molla Lütfî (900/1495)
   İbn Kemal Paşa (940/1533)
   Birgivî Mehmed Efendi (981/1573)
   İbn Melek (979/1571)
   er-Rûdânî Süleyman (1094/1682)
   Yusuf Efendizâde (1167/1754)
   Ahmed Ziyâeddin (1311/1893)

*153 Özafşar, M. Emin, Hadis ve Kültür Yazıları, s. 33-37.
*154 Özafşar, M. Emin, a.g.e. ,s. 111-156.
*155 İz yayıncılık, İstanbul, 2010.
*156 Bkz. Martı, Huriye, Osmanlı’da Bir Dârü’l-Hadîs Şeyhi: Birgivî Mehmed Efendi.