A) Din-Vahiy-Nübüvvet

   İnsan, eşref-i mahlukâttır. En güzel surette yaratılmış, akıl ile donatılmış bir varlıktır. Allah’ın mükerrem kıldığı, aralarından elçiler seçerek dünya hayatında bir varoluş sınavına tâbi tuttuğu gaye varlık insan. İnsanın varlık gayesi Allah’ın varlığını, birliğini ve hâkimiyetini kabul edip sadece O’na kulluk etmektir.
   Allah, âlemi insan aklının kavrayabileceği mükemmel bir düzenle yaratmıştır. Bu düzen, insan aklını Kâdir-i Mutlak olan, eşi ve benzeri olmayan bir tek ilâhın varlığını ve hükümranlığını kabul etmeye çağırır. “Akıl sahiplerini kendi istekleri ile iyilikleri yapmaya sevk eden ilâhî bir nizam”1 şeklinde tanımlanabilecek olan din de insanı Allah’a imana, itaat ve kulluk etmeye davet eder. Din, bireysel ve toplumsal birçok imanî ve ahlâkî ilkeler getirerek insana Allah’a kulluğun yol ve yöntemlerini öğretir. Kur’ân-ı Kerîm’de; “(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.” ve “Oysa kendilerine, dini yalnız Allah’a halis kılıp O’nu birleyerek Allah’a kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte doğru din budur.”2 âyetleriyle bu hakikate işaret edilmiştir. Yine Kur’an’ın beyanı vechile “Allah katında din İslâm’dır.”3
   İslâm, insan tabiatına ve fıtrata en uygun dindir. İslâm’ın özü, Allah’a tam teslim olmayı ve sadece O’na kul olmayı ifade eden “hanîflik”tir. Nitekim Yüce Allah, “(Habibim) sen yüzünü bir hanîf olarak (dini sadece Allah’a has kılarak) dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır...”4 buyurmuş, Resûlullah (sav) da bir hadisinde Allah’ın bütün insanları hanîf olarak yarattığını söylemiştir.5 Bir başka hadiste Allah’ın en sevdiği din olarak ifade edilen6 “hanîflik”, Kur’an’da, “Millete İbrâhîme hanîfen”7 ifadesiyle İbrâhim Peygamber’e izafe edilmiştir. Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (sav) peygamberlik geleneği içinde kendisini, bir binanın eksik kalmış son tuğlasına benzetmiştir.8 Bütün peygamberler Allah’tan aldıkları ve özde aynı olan dini/İslâm’ı tebliğ etmişler ve risâlet Hz. Peygamber’le (sav) son bulmuştur.
   Din, sadece Allah-insan ilişkisini düzenleyen gizli ve mücerret bir kabul değildir. O, aynı zamanda insanın hemcinsleriyle ve tabiatla olan ilişkilerini belli ölçülere bağlayan mânevî değerler bütünüdür. Zira Allah’ın peygamberleri aracılığıyla insanlığa gönderdiği vahyin hedefi, insan aklını, gönlünü ve inancını her türlü şüphe ve şaibeden arındırmak (ihlâs), insanın Yaratıcı’sına karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmesini sağlamak (takva) ve insanlık için Yüce Allah’ın tayin ettiği ölçülere göre bir dünya hayatı tesis etmektir (İslâm). Böylece bir taraftan kâinatı müşahede ederek ve inceleyerek tabiatın düzenini keşfetmekle emrolunan insanoğlu, diğer taraftan bu düzeni yaratan Allah’a teslim olmaya, kulluk ve taatıyla da bu teslimiyetini göstermeye davet edilmiştir. Bu davet, tarih boyunca Allah tarafından insanlar arasından seçilen peygamberler vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Kur’an’da âdemoğlu ile Allah arasında yapılan bir sözleşmeden bahsedilmektedir. Buna göre, insan dünyada işleyeceği kötülüklerden kendisinin sorumlu olduğunu kabul edecektir.9 İşte peygamberler, daha insan yaratılmadan önce onun özüne yerleştirilen ve dünyaya geldikten ve kendini fark ettikten sonra da bilincinde ve vicdanında yerleşik bulunan sözleşmeyi ona hatırlatmakla görevlendirilmişlerdir. Hz. Âdem’den (as) Hz. Muhammed’e (sav) kadar tarihin çeşitli zamanlarında, farklı bölgelere birçok peygamber gönderilmiştir. Bu peygamberlerin çoğu, kendilerini uyarmakla görevlendirildikleri toplumların içinden seçilmişlerdir. Allah’ın elçilerinin insanüstü vasıflara sahip melekler arasından değil de insanlar arasından seçilmiş olmaları, zaman zaman inkârcılar tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştır. Nitekim Kur’an’da, “Sizi uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı?” buyrulmaktadır.10 Bu şaşkınlığı yaşayanlara karşı Kur’an, peygamberlerin birer melek olmadıklarını, çarşı ve pazara giden, yiyip içen birer insan olduklarını hatırlatmıştır.11 Din, insan içindir ve bir insan aracılığıyla insanlığa getirilmiştir. İlâhî bildiriler ancak insan bir peygamber vasıtasıyla insan hayatında karşılığını bulabilirdi. Bunun için de dini insanlara tebliğ etmekle görevli olan elçiler, bu dinin nasıl yaşanacağını ve hayata aktarılacağını bizzat göstererek halklarına önderlik etmişlerdir.
   İnsanın her türlü maddî ihtiyacına karşılık olarak yeryüzünde çeşitli nimetler var eden Cenâb-ı Hakk’ın, onun ruhsal ve mânevî ihtiyaçlarını göz ardı etmesi düşünülemez. Allah (cc) bildirilerini vahiy olarak bilinen özel bir iletişim yoluyla elçilerine iletmiştir. Nitekim bir âyette, “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.”12 buyrulmaktadır. İlâhî iradenin insan hayatına müdahalesini ifade eden vahyin tek şahitleri, onu alan resûllerdir. Peygamberler aracılığıyla insanlara ulaştırılan ilâhî bildiriler, bizzat peygamberlerin örnekliği ile görünür ve yaşanır kılınmıştır. Nitekim “Biz her peygamberi sırf, Allah’ın izni ile kendisine itaat edilmek üzere gönderdik...”13 âyetinde ilâhî gayenin esasen insanların peygambere uymaları olduğu ifade edilmektedir. Allah (cc) akıl ve irade sahibi kıldığı insanın, peygamberlerin telkinlerini ve uyarılarını dikkate alarak ve özgür iradesini kullanarak hakikate ulaşmasını dilemiştir: “İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi...”14
   Din insanlara iki kaynak vasıtasıyla ulaşmıştır. Bu kaynaklar, vahiy ve vahyin şekillendirdiği peygamberlerin kişilikleri, yaşantıları, söz ve davranışlarıdır. Bu iki kaynak dini anlamada ayrılmaz bir bütünlük oluştururlar. Dinin tam anlamıyla kavranması, birey ve toplum hayatına yansıması ancak bu bütünlüğün korunmasıyla mümkündür. Bugün için Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in (sav) söz ve davranışları, yani sünneti bütün inananlar için İslâm’ın vazgeçilmez ve birbirinden ayrılamaz iki temel kaynağıdır.

*1 Elmalılı, Hak Dini, I, 92-93.
*2 Beyyine, 98/5.
*3 Âl-i İmrân, 3/19.
*4 Rûm, 30/30.
*5 M7207 Müslim, Cennet, 63.
*6 HM2107 İbn Hanbel, I, 236.
*7 Bakara, 2/135.
*8 B3535 Buhârî, Menâkıb, 18.
*9 A’râf, 7/172-173.
*10 A’râf, 7/63.
*11 Furkân, 25/20.
*12 Şûrâ, 42/51.
*13 Nisâ, 4/64.
*14 Bakara, 2/213.