1. Sünnet

   Kelime olarak “yol, güzergâh, âdet, gidişat ve davranış tarzı” gibi anlamlara gelen “sünnet” sözcüğü, “yeni bir şekil vermek, yeni bir şey ortaya koymak, iyi veya kötü çığır açmak, bir yola girip yürümek, bir durumu belirlemek, toplum için kural koymak” gibi anlamlara da gelmektedir.17 Arap dilinde “tarîk, sebîl, sırât, mezheb, menhec” gibi yol ve yöntem mânâsına gelen farklı kelimeler vardır. Ancak hiçbiri tam olarak sünnetin karşılığı değildir. Bununla beraber sünnet, bu kelimelerin tümünü içeren kapsamlı, şemsiye bir kavramdır.
   Sünnet, “Allah’ın çizdiği yol, belirlediği değişmez kanun” anlamlarında Kur’an’da sünnetullah ve sünnetü’l-evvelîn gibi terkiplerle geçmektedir.18 Sünnetullah Allah’ın hikmeti gereği, gerek âlemin yapısına ilişkin koyduğu ilâhî kanunlar gerekse toplumların yapıları ve ömürleri ile ilgili koyduğu kuralları; sünnetü’l-evvelîn ise Allah’ın insan hayatı için belirlediği değişmez kuralları ifade eder.19
   Sünnetü’n-Nebî yani Peygamber’in sünneti ise, temel İslâm bilimlerinin her birinde farklı anlaşılmış, her bir ilim dalı kendi amaç ve ihtiyaçları doğrultusunda sünnete farklı tanımlar getirmiştir.
   Hadisçilere göre sünnet, “Şer’î bir hüküm ifade etsin ya da etmesin, Hz. Peygamber’in bütün söz, davranış, onay ve hayatına dair bilgilerdir.” Fıkıhçılara göre, farz ve vacipler dışında Hz. Peygamber’den gelen hükümlerdir. Usulcülere göre, Kur’an dışında, Hz. Peygamber’in şer’î bir hüküm teşkil eden söz, davranış ve onaylarıdır. Kelâmcılara göre ise, bid’at kavramının karşıtıdır.
   Kur’ân-ı Kerîm’de “Peygamberin sünneti” şeklinde bir ifade yer almamakla birlikte Kur’an’daki “üsve-i hasene”, Resûlullah’ın sünnetini içeren ve ona “ittiba” ve “itaat”i ifade eden geniş çağrışımlı bir terkiptir. Kur’an’da geçen Peygamber’in üstün ahlâkı ve örnekliği mânâsındaki üsve nitelemesi, sahâbe ve sonraki nesiller tarafından Peygamber’in sünneti olarak tanımlanmıştır.20 Peygamber Efendimizin “sünnet”i onun ibadet, ahlâk ve gündelik hayata ilişkin davranışlarını veya uygulamalarını içerir. Sünnetinin hedefi, inananların bu davranış ve uygulamalarda kendisini örnek almalarıdır. Nitekim büyük dil âlimi İbn Manzûr bu bağlamda Arap dilindeki ( وسَننَتُْ لكَمُْ سُنةًَّ فاَتبَّعُِوهَا ): “Sizin için bir yol/davranış tarzı belirledim. Öyleyse ona uyun.” şeklindeki kullanıma atıfta bulunmuştur.21 Bazen yeni ortaya konulan davranış kötü de olabilir. Mamafih Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle demiştir: “Kim İslâm’da güzel bir işe öncülük ederse ( سْلاَمِ سُنَّةً �ِ مَنْ سَنَّ فِى ال إ حَسَنةًَ ) hem (kendi yaptığının) sevabını, hem de kendisinden sonra o işi yapa - ların sevaplarını alır. Üstelik onların sevaplarından da bir şey eksilmez. Kim de İslâm’da kötü bir gidişe öncülük ederse ( سْلاَمِ سُنَّةً سَيِّئَةً �ِ وَمَنْ سَنَّ فِى ال إ ) hem kendi günahını, hem de kendisinden sonra onu yapanların günahını alır. Yine onların günahından da bir şey eksilmez.”22
   Sahâbe ve tâbiûn nesillerinde, sünnet denildiği zaman ilk akla gelen Hz. Peygamber’in uygulamaları olsa da zaman zaman Hz. Ebû Bekir’in, Hz. Ömer’in ve Hulefâ-i Râşidîn’in uygulamalarının da sünnet olarak nitelendiği görülmüştür. Tâbiûn neslinde, sahâbenin söz ve uygulamalarının, Hz. Peygamber’in hadis ve sünnetlerinin kapsamı içine alınıp alınmayacağı, diğer bir ifade ile sahâbenin yorum ve yaklaşımlarının da sünnet olarak mütalaa edilip edilmeyeceği hususunda ihtilâf edilmiştir. Nitekim İbn Şihâb ez-Zührî (124/742) ile hadisleri (ilim) ve sünnetleri derlemeye çalışan Sâlih b. Keysân (140/757), önce Hz. Peygamber’den gelen her şeyi yazdıklarını, sonra da sahâbeden gelenleri yazdıklarını, ancak kendisinin, sahâbeden gelenleri sünnet olarak görmediği için yazmadığını, Zührî’nin ise onları da yazdığını, neticede onun kârlı çıktığını, kendisinin ise kaybettiğini anlatmaktadır.23
   Erken dönem İslâm fıkıhçılarına göre Peygamber’in sünneti, ibadet ve muâmelâtla ilgili hususları kapsayan bir içeriğe sahipti. Umumiyetle Medineli fakihlerin görüşlerini ve uygulamalarını yansıtan İmam Mâlik’in el-Muvatta’24 adlı eseri, bu konuda önemli bir kaynaktır. el-Muvatta’daki sünnet tabirinin genellikle Medine’de yaygın olarak uygulanan ve yerleşik tatbikat haline gelen düzenlemeler anlamında kullanıldığı kabul edilir.25 İlk İslâm toplumunun merkezi olan Medine, Sevgili Peygamberimizin söz, uygulama ve hatıralarını barındırdığı içindir ki “Dârü’s-Sünne” (sünnet yurdu) olarak adlandırılmıştır. Hz. Peygamber’in sünneti her zaman Müslüman toplumlarda inanç ve uygulama birliğini sağlamış ve Müslümanların ortak davranış biçimi sergilemelerini mümkün kılmıştır.
   Sünnet, Kur’an’ın Müslüman toplumsal hafızada iyice yer etmesini sağlayan bir unsurdur. Sünnet, Kur’an’ın bir açılımı ve izahıdır. Kur’an’da yer alan ilâhî buyruk ve tavsiyelerin Müslümanların gündelik hayatına aktarılması sünnet sayesinde gerçekleşmiştir. Kur’an’ın Müslümanlar için ulaşılmasını ve oluşturulmasını istediği “vasat ümmet”26 ve “hayırlı ümmet”in27 teşekkülü ancak Hz. Peygamber’in sünneti sayesinde olmuştur. Şamlı meşhur fakih Mekhûl’e (100/718) nispet edilen, “Kur’an’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır.” ( أَحْوَجُ 􀄁 آنُ 􀄁 اَلْقُرْ آنِ􀄁 إِلَى الْقُرْ 􀄁 إِلَى السُّنَّةِ مِنَ السُّنَّةِ 􀄁 28 ( şeklindeki söz, sünnetin Kur’an’ın anlaşılması ve hayata aktarılması konusunda ne kadar vazgeçilmez yeri olduğunun bir ifadesi olarak anlaşılmalıdır.
   Sünnet, aslında ibadet ve muâmelâta ilişkin nebevî uygulama ve takrirlerin yanında Peygamber’in (sav) ahlâkî, ananevî, hatta insanî ve sosyo-politik tasarruflarını içeren çok daha geniş bir çağrışıma sahiptir. Bu bakımdan Kur’ân-ı Kerîm’de “üstün ahlâk sahibi”29 ve müminler için de “güzel bir örnek”30 olarak sunulan ve kendisine uyulması istenen31 Resûl-i Ekrem’in sünneti Müslümanlar için hayatî önemi haizdir.
   Elbette onun bütün söz ve davranışlarının sünnet kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği; bunun bir sınırının olup olmadığı; sınırı varsa hangi esaslara göre bu sınırın belirleneceği; sünnetin harfiyyen izlenmesi gereken bir davranış kalıbı olup olmadığı; sünnet olan bir davranışın arkasında esas uyulması istenen ahlâkî ilkelerin bulunup bulunmadığı her zaman üzerinde durulan soru ve konular olmuştur. Sünnetin değeri, Müslümanların hayatlarındaki yeri ve nasıl anlaşılması gerektiği “sünneti anlamada temel ilke ve esaslar” başlığı altında etraflıca ele alınacaktır.


*17 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, S-N-N md.
*18 Ahzâb, 33/38, 62; Fâtır, 35/43; Mü’min, 40/85; Fetih, 48/23.
*19 Musa Cârullah Bigiyef, Kitâbü’s-Sünne, s. 5.
*20 Guraya, Muhammed Yusuf, Sünnetin Neliği Sorununa Metodik bir Yaklaşım, s. 33.
*21 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, S-N-N md.
*22 M2351 Müslim, Zekât, 69; M6800 Müslim, İlim, 15.
*23 MA20487 Abdürrezzâk, Musannef, XI, 258.
*24 Burada “Çiğnenmiş, takip edilen yol” demek olan muvatta’ ile sünnet arasındaki anlam ilişkisine dikkat çekmek gerekir.
*25 Guraya, A.g.e., 80.
*26 Bakara, 2/143.
*27 Âl-i İmrân, 3/110.
*28 Mervezî, Muhammed b. Nasr, es-Sünne, s. 33, no: 104; Hatîb, Kifâye, s. 30.
*29 Kalem, 68/4.
*30 Ahzâb, 33/21.
*31 A’râf, 7/158; Âl-i İmrân, 3/31-32; Nisâ, 4/80; Mâide, 5/92.