ii. Hadis Metinleri Bağlamında Özel İlke ve Esaslar

Hadis Metinlerini Konu Bütünlüğü İçerisinde Değerlendirmek
   Hadisler okunurken konu bütünlüğüne dikkat edilmelidir; yani bir hadisi o konuda vârid olan diğer hadislerle birlikte ve bir bütün olarak ele almak gerekir. Hadislerin tasnif edilmeye başlandığı hicrî ikinci asırdan itibaren belli bir konuya ilişkin hadisleri bir araya toplayan kitapların yazıldığı bilinmektedir. Meselâ, câmî türü eserler hadislerde yer alan sekiz ana konuyu içine alır. Bu konular şunlardır: İman; ibadet ve muâmelât (ahkâm); ahlâk ve nefis terbiyesi (rikâk); yeme, içme ve sefer âdâbı; tefsir, tarih ve siyer; fizikî, insanî ve ahlâkî nitelikler (şemâil); fiten ve melâhim; peygamberlerin ve ashâbın menkıbeleri.180 Ayrıca fıkhî hadisleri içeren sünen tarzı kitaplar da kaleme alınmıştır. Bir tek konuyla ilgili rivayetleri toplayan müstakil hadis eserleri de derlenmiştir. Ancak bu, bir konudaki bütün rivayetlerin bu eserlerde toplandığı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla belirli bir konudaki hadisleri bir arada görmek için, aslî ve tâlî bütün hadis kaynaklarındaki ilgili rivayetleri birlikte değerlendirmek gerekir.

Hadisleri Farklı Rivayet ve Tarikleri ile Birlikte Anlamak
   Ahmed b. Hanbel: “Bir hadisin bütün tariklerini bir araya getirmediğiniz sürece onu anlayamazsınız. Hadisin farklı tarikleri birbirini açıklar.”181 demiştir. Hz. Peygamber’den rivayet edilen her sözü veya ondan nakledilen her hadiseyi pek çok kareden oluşan bir resme benzetecek olursak, bütün bu kareleri bir araya getirmeden nakledilen sözü veya hadiseyi bütün yönleri ile görebilme ve anlayabilme imkânı oldukça sınırlıdır. Ancak rivayetlerin bütün kareleri tamamlanmış resmini veren herhangi bir hadis kitabı da mevcut değildir. Bu açıdan bakıldığında hadis kaynakları, resmi tamamlayan kareleri ihtiva etmesi açısından hiç kimsenin müstağni kalamayacağı eserlerdir. Ancak resmi tamamlamak için aynı konudaki hadisleri toplamak yetmez; ayrıca konusu ve kaynağı aynı olan rivayetlerin tek tek farklı tariklerinin bir araya getirilmesi de gerekir. Bu sayede her bir isnadın aktardığı parça metinler birleştirilmiş ve “bütün resim” imkân nispetinde bir araya getirilmiş olur. Bu işlem esnasında aynı zamanda rivayet metinlerinin aslında kime ait olduğu, metnin kimler tarafından şekillendirildiği, tarihî süreç içinde ortaya çıkan râvi tasarruflarının rivayet metinlerine nasıl aksettiği de tespit edilmiş olur. Bu işlem için hicrî ikinci asırdan intikal eden hadis, tarih ve fıkıh kaynakları ile daha sonraki musannef, câmî, müsned, sünen ve mu’cem gibi bütün eserler, veri sunabilecektir. Ana hadis kaynaklarımızın hepsinin bu bakımdan kaynak olma değeri vardır. Esasen bu işlem geleneksel hadis tetkiklerinde de belli oranda uygulanmıştır.182

Hadislerin Mânâ Olarak Rivayet Edilmiş Olabileceğini Dikkate Almak
   Hadislerin anlaşılması ve yorumlanması çalışmasında göz önünde bulundurulması gereken önemli hususlardan biri de, hadislerin büyük bir kısmının “lafzen” değil “mânâ” ile rivayet edilmiş olmasıdır. Hadis rivayetinin şifahî/sözlü aktarıma dayanan karakterinden dolayı hicrî ilk üç asırda hadislerin büyük kısmı mânâ olarak rivayet edilmiştir. Meselâ, Hz. Peygamber’in Kur’an sûrelerini öğrettiği gibi sahâbeye öğrettiği teşehhüd duası dahi lafızları az çok farklı olan dokuz ayrı rivayet ile bize gelmiştir.183 Yine meşhur bir rivayet olan, “Ameller niyetlere göredir...” hadisi, sadece Hz. Ömer’den nakledilmesine rağmen Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh’inde dokuz farklı yerde nakledilir184 ve rivayetlerin hemen tamamında haberin lafızları birbirinden farklıdır.185
   Hadislerin mânâ olarak rivayet edilmiş olmaları gerçeği, bir konuda pek çok isnadı bulunan bir rivayetin, bu rivayetlerden sadece birisinin hakikati yansıttığı anlayışının yerine, bütün tariklerin sened ve metin olarak eşit derecede göz önünde bulundurulması gerektiğini göstermektedir.

Hadislerin Vürûd (Söyleniş) Sebeplerini Tespit Etmek
   Kur’ân-ı Kerîm’deki sûre ve âyetlerin pek çoğunun bir iniş sebebi yani sebeb-i nüzulü olduğu gibi, hadislerin de bir söylenme nedeni yani sebeb-i vürûdu vardır. Hadisin sebeb-i vürûdu, bazen hadis metninin içinde, bazen hadisin başka tariklerinde, bazen de hadis kaynaklarının muhtelif türlerinde yer alabilir. Siyer ve mağazi gibi tarih kaynaklarında da bulunabilir. Hadisin söylenme nedeni, hadisin anlaşılmasında, açıklanması ve hadisten hüküm çıkarılmasında yönlendirici ve bazen de belirleyici bir rol oynar; esbâb-ı vürûd, bir hadisin ne anlama geldiğini hadisin söylendiği somut durumu ve şartları dikkate alarak tespite imkân vermektedir.
   Bu konuda cuma günü gusül abdesti almakla ilgili rivayet oldukça dikkat çekicidir. Hz. Âişe ve İbn Abbâs gibi sahâbîlerin naklettiğine göre Hz. Peygamber, bir cuma günü hutbe irâd ederken şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz cumaya gelmek istediği zaman gusletsin.”186 Hadis külliyatında bu sözü teyit eden pek çok hadis nakledilmiştir. Sahâbeden, Hz. Peygamber’in bu sözü hangi bağlamda söylediğini bilmeyenler, sözün ifade ettiği hükmü farklı değerlendirmiş, sözü bağlamından koparmayarak değerlendirenler ise farklı yorumlamışlardır. Meselâ, İbn Ömer’e göre cuma günü gusletmek hem kadınlara hem de erkeklere farzdır ve yıkanmanın terk edilmesi caiz değildir. Nitekim ondan nakledilen bir rivayet, Hz. Peygamber’in kendi sözünü değil, bu sözden onun anladığını yansıtmaktadır ki rivayet şöyledir: “Cuma günü gusletmek, (akıl) bâliğ olan her erkek ve kadın için dinî bir yükümlülüktür.”187 Sahâbeden Ebû Saîd el-Hudrî’nin de benzer görüşte olduğu aktarılır.188
   Hadisleri tarihsel ve toplumsal bağlamları ile birlikte değerlendiren sahâbîler, Hz. Peygamber’in cuma günü gusletmeyi emretmeye sevk eden sebepler üzerinde durmuşlardır. Hz. Âişe bunu şöyle ifade etmiştir: “İnsanlar (o günlerde) kendi işlerini kendileri görürlerdi. Cumaya günlük iş kıyafetleriyle gelirlerdi. Onlara, ‘Keşke bugün için yıkansanız (ne iyi olur)’ denildi.”189
   İbn Abbâs, cuma günü gusletmenin, tamamen insan ilişkileri açısından, insanları rahatsız etmemek için emredildiğini anlatmıştır. Irak’tan iki kişi, bir gün kendisine gelerek cuma için boy abdesti almanın dinî bir yükümlülük olup olmadığını sormuşlar, İbn Abbâs da bunun şart olmadığını ancak güzel bir davranış olduğunu ifade ettikten sonra Hz. Peygamber’in bu sözü hangi bağlamda söylediğini şöyle izah etmiştir: “(Hz. Peygamber zamanında) İnsanlar darlık ve meşakkatte idiler. Yünden elbiseler giyerler, bedenen çalışırlardı. Mescitleri dardı, tavanı basıktı ve bir gölgelikten ibaretti. Sıcak bir günde, Resûlullah (sav) mescide geldi. Yün elbiseler içerisinde insanlar terlemişler ve ortalığa ter kokusu yayılmıştı. Bu kokudan rahatsız oldukları da belliydi. Resûlullah (sav) bu durumu görünce, ‘Ey insanlar! Bugün (cuma günü) geldiğinde yıkanın. Bulabildiğiniz koku ve yağların en güzelini sürünün.’ buyurdu. Aradan zaman geçti. Yüce Allah, (mallar, elbiseler, hizmetçilerle onlara) bolluk verdi. Müslümanlar başka elbiseler giydiler, bedenen çalışmaya ihtiyaçları kalmadı, mescitleri genişletildi. Böylece bir birlerine rahatsızlık veren ter kokusu da ortadan kalktı.”190
   Şu hâlde cuma günü gusletmek sadece cuma namazı ve cuma gününe hürmeten yapılması gereken bir yükümlülük değil, aynı zamanda toplu yerlerde insanları rahatsız etmemek için yerine getirilmesi gereken bir iştir.191 Nitekim Hz. Peygamber, başka hadislerde, cuma namazına gelenlerden, dişlerini temizlemelerini, en güzel elbiselerini giymelerini ve güzel kokular sürmelerini istemiştir.192

Hz. Peygamber’in Üslûbunu ve Anlatım Tarzını Bilmek
   Hadislerin sağlıklı biçimde anlaşılması ve değerlendirilmesi için yapılması gereken işlemlerden birisi de Hz. Peygamber’in üslûbunu ve anlatım tarzını dikkate almaktır. Allah Teâlâ, Kur’an’da, “Kendilerine apaçık anlatabilsin diye her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik.”193 buyurmuştur. Hz. Peygamber’in Arap toplumuna mensup olması itibariyle hadisler Arapça olarak ifade edilmiştir. Hz. Peygamber, çocukluğunu saf Arapça’nın konuşulduğu Benî Sa’d yurdunda, gençliğini ise ticaret amacıyla Hicaz Yarımadası’nın farklı bölgelerinde geçirmişti. Ayrıca risâletini tebliğ ederken farklı boy ve kabilelere hitap etmişti. Bütün bunlar, Arapça’nın bütün lehçe ve ağızlarına aşina olma konusunda ona katkıda bulunmuştu. Hatta Hz. Ali bir defasında dayanamayıp, “Ey Allah’ın Resûlü! Biz, aynı dedenin torunlarıyız; oysa görüyorum ki Arap boyları ile konuşurken benden farklı bir dil kullanıyorsun.” deyince, o, “ أدِيبِي �َْ أَحْسَنَ ت �َ أَدَّبَنيِ رَبيِّ ف 􀄁” Beni Rabbim edeplendirdi (dil ve edebiyat bakımından yetiştirdi) ve bunu ne güzel yaptı.”194 buyurmuştu. Allah Resûlü bu sözüyle, kendisine sözlerin en edebî olanını yani Kur’an’ı indiren Yüce Allah’ın bu konudaki yardımına işaret ediyordu. Allah Resûlü, “Bana sözün özü (cevâmiu’l-kelim) verildi.”195 derken de dil konusunda sahip olduğu ayrıcalığa dikkat çekiyordu.
   Arap Edebiyatı’nın en ünlü isimlerinden Câhız (255/869), el-Beyân ve’ttebyîn adlı eserinde Hz. Peygamber’in dil ve üslûbunu edebî açıdan şöyle tasvir etmiştir: “Hz. Peygamber’in sözleri, az harflerle çok anlamlar ifade eden, yapmacıklıktan uzak, zorlamalardan berî sözlerdir. Dili kullanırken uzatılması gereken yerde uzatmış, kısa ve öz olması gereken yerde de çok veciz ifadelere başvurmuştur. Konuşmaları, hikmet mirasına dayanan, ismetle donatılmış sözlerden ibarettir. Söyledikleri, bizzat Allah tarafından teyit edilmiş ve o (sav), beyan konusunda başarılı kılınmıştır. Allah, onun sözlerine muhabbet katmış ve onları kabule şayan kılmıştır. O, heybetle tatlılığı, özlü ifade ile güzel anlatıyı birlikte sunmuştur...”196
   Hz. Peygamber, kendi hadislerini önceden oturup kaleme almadığı veya yazdırmadığı gibi konuşurken de büyük ölçüde yazı dili değil, tabiî olarak konuşma dili kullanmıştır. O, ayrıca anlattıklarını açık seçik ve özlü olarak tasvir etmeye uygun, açık ve düzenli cümle yapısına sahip yüksek bir dil kullanmış, bununla birlikte günlük dili kullandığı zamanlar da olmuştur. Hz. Peygamber, din dilinin bütün çeşitlerine başvurmuştur. Bizâtihi ümmetine bir şeyi emreden yahut herhangi bir hususu sarih ifadelerle yasaklayan hadislerin yanı sıra çok değişik vesilelerle, muhtelif maksatlarla, çeşitli muhataplara yönelik olarak dilin farklı imkânlarını da kullanmış, bazen serbest ifade ve üslûbu tercih etmiştir. Özetle hadis metinleri, dil ve üslûp açısından yeknesak bir mahiyet arz etmemekte, bilakis farklı, zengin bir üslûp özelliği sergilemektedir.

Hz. Peygamber’in Kavram Dünyasını Bilmek
   Hadisleri doğru anlamanın ilkelerinden birisi de Hz. Peygamber’in kavram dünyasını tespit etmektir. Hadislerde hayır-şer, birr-ism, haramhelâl, salah-fesad, maruf-münker, tayyib-habis, hasene-seyyie gibi söz ve davranışlara “değer biçen” kavramların yanı sıra küfür, şirk, hidayet, dalâlet, iman, İslâm, ihsan gibi “tasvir edici” kavramlar da sıkça yer alır. Son üç kavram Cibrîl hadisi olarak bilinen bir rivayette197 Hz. Peygamber’in diliyle tanımlanmıştır.198 Bu kavramların lüğavi bir tahlile tâbi tutularak anlam içeriklerinin tespit edilmesi,199 Hz. Peygamber’in din ve dünya görüşünü anlamak için hayatî öneme sahiptir.200
   Hz. Peygamber bazen içinde yaşadığı toplumun günlük dilde kullandığı kelime ve kavramlara yeni anlamlar yüklemiş, dar olan anlam çerçevelerini genişletme yoluna gitmiştir. Hatta bazen kelimelerin ifade ettiği anlamı tersine çevirdiği olmuştur. Hz. Peygamber’in diliyle anlam daralmasına veya anlam genişlemesine uğrayan kelimeler olduğu gibi anlam kayması geçirenler de olmuştur. Hz. Peygamber’in kavramlaştırma yoluyla bir hakikati nasıl yerleştirmeye çalıştığı, Abdullah b. Mes’ûd’dan rivayet edilen şu hadiste açıkça görülür. Buna göre bir gün Hz. Peygamber, “Sizce pehlivan kimdir?” diye sorar. Yanında bulananlar, “Pehlivan, hiç kimsenin güreşte yenemediği kimsedir.” diye cevap verirler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle der: “Hayır öyle değildir; asıl pehlivan, öfkelendiğinde nefsine hâkim olan kimsedir.”201 Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, toplumun “pehlivanlık” kelimesine yüklediği maddî anlamı mânevîleştirmiş; güç ve kuvvetin pazuların güçlü olmasında değil, iradeye hâkim olmada, öfkeli anlarda dengeyi yitirmemede olduğunu ifade etmiştir.

Hadislerdeki Teşbih, İstiare, Mecaz, Kinaye gibi Edebî Anlatım Tarzlarını Bilmek
   Hz. Peygamber insanları dine davet ederken Arap dilinin bütün anlatım özelliklerine başvurmuştur. İslâm’ın temel hakikatlerini açık ve yalın cümlelerle ifade edebilmek için dolaysız anlatım tarzına başvurduğu gibi, Arap dilindeki teşbih, istiare, mecaz, kinaye gibi anlatım tarzlarından da yararlanmıştır. Anlatmak istediklerini bazen canlı tasvirlerle belleklere yerleştirmeye çalışmış, bazen de her dil ve gelenekte olduğu gibi kıssalar ve temsilî hikâyeler nakletmiştir. Ayrıca bütün dillerde soyut mefhumları anlatabilmek için somutlaştırma yoluyla anlam aktarmalarına başvurulduğu da bir gerçektir. Somutlaştırma, anlatım gücünü artırmak için yapılan bir deyim aktarmasıdır. Bu, anlatılması güç düşünce ve duyguların, soyut kavramların, somut kavramlar aracılığıyla anlatılmasıdır.202 Hz. Peygamber de bilhassa tasavvur alanımızın dışında kalan soyut hakikatleri anlatmak için bu yola başvurmuştur. Hz. Peygamber’in üslûbunu ve anlatım tarzını iki kısma ayırmak mümkündür:

a) Dolaysız Anlatım: Bu anlatım tarzı, daha çok Hz. Peygamber’in açık emir ve yasaklarında, geçmiş, gelecek ve mevcut durum ile ilgili öğretici ve bilgilendirici haberlerinde, hutbelerinde, yazışmalarında ve tavsiyelerinde görülmektedir. Hüküm bildiren önermeler daha çok bu yolla ifade edilmiştir: “İslâm, beş esas üzerine bina edilmiştir.”203, “İlim kadın erkek her Müslüman’a farzdır.”204 ve “Mümin, müminin kardeşidir.”205 gibi.
b) Dolaylı anlatım: Bir durumu ifade edebilmek için açık ve yalın ifadeler yerine, onu anlaşılır kılmak veya insanın zihnine yerleştirmek için başvurulan bir anlatım tarzıdır. Edebî tasvirler, teşbih, mecaz, istiare, kinaye, meseller ve kıssalar, dolaylı anlatımın ilk akla gelen örnekleridir.
   Dolaylı anlatımın en önemli tarzı, teşbih, istiare ve mecazdır. Hakikat, bir kelimenin dilde vazedildiği anlamıdır. Mecaz ise bir sözün hakiki anlamı ile alınmasını imkânsız kılan bir engelden dolayı başka bir anlamda kullanılmasıdır.206 Mecazın kelime anlamı “geçiş”tir; mecazda, hakikî mânâdan başka bir mânâya kayma ve geçme söz konusu olduğu için bu adı almıştır.207 Kinaye ise belli bir kelimenin hem hakiki anlamına hem de mecazî anlamına karşılık gelecek şekilde kullanılmasıdır. Daha çok temsilî dili andırır.208
   Hz. Peygamber’in, anlatım tarzı olarak mecaz, kinaye ve istiareye fazlasıyla başvurduğu bilinen bir gerçektir. Mecaz ifade eden hadislerin sayısı, Şerif Radî’nin (406/1016) kaleme aldığı el-Mecâzâtü’n-Nebeviyye adlı eserdeki üç yüz hadisten ibaret değildir. Ayrıca bu tür hadislerin yanlış ve farklı anlamalara yol açtığı da yine bilinmektedir. Ebû Huseyn el-Basrî, bunun sebebini şöyle izah eder: “Mecazda, hakikatte olmayan hazifler (eksiltmeler) ve mübalağalar (abartılar) vardır.”209 Bu hazf ve mübalağa zamanla hakikate dönüştüğü içindir ki mecaz ifade eden birçok hadis yanlış anlaşılmıştır.
   Hadislerdeki mecazî anlatımın örneklerinden biri şu rivayette yer alır: Buhârî ve Müslim’in Ebû Hüreyre’den naklettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kadınlara iyi muamele edin; çünkü kadınlar kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri (ve hassas) tarafı üst tarafıdır. Düzeltmeye kalkışırsanız kırarsınız; tamamen terk ederseniz eğri kalır. Kadınlara hayırla muamele edin.”210
   Bu hadisi lafzî mânâsıyla anlamaya çalışırsak kadının yaratılış maddesinin toprak değil, kaburga kemiği olduğu anlaşılır; ancak mecazî olarak yorumlarsak daha başka bir anlamı olduğu ortaya çıkar. Kazanlı âlim Musa Cârullah Bigiyef’e (1949) göre bu hadisten kadınların kemikten yaratıldığı kastedilmemiştir. Ona göre Hz. Peygamber bu hadisle, hanımların hassas ve kırılgan olduklarını ifade etmiş; onlara zulmetmemek, hukukuna saygı göstermek, varsa kusurlarını affetmek, bazen cefalarına da katlanmak gerektiğini söylemiştir.211
   Aynı şekilde bu hadisin de asıl anlamı, bütün tarikleri toplandıktan sonra verilse, hakikat ortaya çıkacak ve bir teşbih ve mecaz olduğu anlaşılacaktır. Kaldı ki beş ayrı tarikle rivayet edilen haberin beşi de Ebû Hüreyre’ye dayanmaktadır. Müslim’in yer verdiği diğer bir tariki şöyledir: “Kadın kaburga kemiği gibidir; düzeltmeye kalkışırsan onu kırarsın; onu kırmak, boşamaktır.”212 Hz. Peygamber’in, Veda Haccı’nda hanımları taşıyan develeri süren Enceşe isimli Habeşli köleye söylediği söz de yukarıdaki hadisin bir benzeridir. Enes b. Mâlik’in rivayetine göre Enceşe, develeri süratlice sürüp de üzerlerindeki hanımlar sarsılınca Resûlullah, “Enceşe! Kristallere dikkatli davran!”213 demiştir. Önceki hadiste hassas kaburga kemiğine benzetilen hanımlar, bu hadiste de incelik ve zarafette kristale teşbih edilmişlerdir.

Hadislerdeki Deyimleri Anlamak
   Hadisler asıl itibariyle Arap dilinde dillendirildikleri için, bazı hadislerde Arap diline özgü deyimsel ifadeler yer almıştır. Bu ifadelerin anlaşılması için hem o ifadenin bulunduğu hadisin bağlamı, hem de söz konusu ifadenin o dönemdeki mânâ ve kullanımı tespit edilmelidir. Hadislerde sıkça zikredilen ve Araplara özgü bir yemin ifadesi olan ”214 فَوَالذَِّى نفَْسِى بيَِدِهِ“ (Bu canı bu tende tutana yemin olsun ki)215 tipik bir deyimsel ifadedir. Yeminin, sahibi nezdindeki önemini vurgulamak için kullanılan bu yemin kalıbı, “Bu can Allah’ın izniyle bu bedende durduğu sürece...” gibi bir anlam ifade etmekte ve yemin ile ifade edilecek hususun, yemin eden kişinin varlığına eşdeğer bir önemde olduğunu ima etmektedir. Diğer yandan yeminin putlara ya da diğer varlıklara değil, sadece Allah adına olacağına bir göndermede bulunmaktadır.216
   Sahâbeden Mikdâd b. el-Esved’in rivayet ettiği bir hadiste de deyimsel bir ifade kullanılmıştır. Buna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizi yüzünüze karşı öven meddahlarla karşılaşırsanız yüzlerine toprak saçın.”217 Mikdâd b. el-Esved, mecazî olan “yüzlerine toprak saçın” ifadesini hakikate hamlederek anlamıştır. Bir adam Halife Osman’ın huzuruna girerek yüzüne karşı kendisini övmeye başlamıştır. Bunun üzerine Mikdâd. b. el- Esved yerden bir avuç toprak alarak adamın yüzüne serpmiş, arkasından da az önce naklettiğimiz hadisi okumuştur. Oysa ilk hadis şârihlerinden Hattâbî’nin (388/998) de belirttiği gibi her şeyden önce buradaki meddahlık, kişiyi yaptığı bir iyilikten dolayı takdir ve tebrik etmek değildir; herhangi bir menfaat elde edebilmek için, halkın “yağcılık” dediği şeyi yapmaktır. Ayrıca Arapçada “yüze toprak serpmek” tabiri, “kişiye istediği şeyi vermeyip mahrum bırakmak”, demektir. Yine Arapçada “topraktan başka bir şeyi yok” demek, fakir, mahrum, hiçbir şeyi olmayan demektir.218 Kur’an’da da, “Toprağa (bağlı) miskin”219 hiçbir şeyi olmayan fakir anlamında kullanılmıştır. Zemahşerî (ö. 538/1143) de, “Yüzüne toprak serpin!” ifadesinin, mecazî olarak “Onu mahcup edin!” demek olduğunu söyler.220

Hadislerde Kıssa ve Temsilî Anlatımları Bilmek
   Hadislerde dolaylı anlatımın önemli bir ifade tarzı da kıssalar ve temsilî hikâyelerdir. Hz. Peygamber bir hakikati anlatmak için bazen her dil ve kültürde mevcut olan kıssalara ve temsilî hikâyelere başvurmuştur. Ancak bunların hadis külliyâtı içinde çok fazla bir yer tuttukları söylenemez. Tekrarları bir tarafa bırakılacak olursa, Kütüb-i Tis’a’da (muteber dokuz hadis kitabında) toplam yüz otuz dokuz kıssa olduğu görülür.221
   Bu kıssaları, muhteva itibariyle üç kısma ayırmak mümkündür. Bunların bir kısmı gerek rüyada gerekse uyanıkken Hz. Peygamber’in yaşadığı tecrübelerdir; vahyin başlangıcı ve mi’rac ile ilgili kıssalarda olduğu gibi.222 Bu tür kıssaların sayısı on beşi geçmez.223 Bunların bir kısmı ise gaybî kıssalardır. Gaybî kıssaları da iki kısma ayırmak mümkündür: Geçmişte yaşanan tarihî kıssalar, gelecekte meydana gelecek büyük hadiseler. Tarihî kıssalar, iki tarzda nakledilmiştir: Bazıları geçmiş peygamberlere ve ümmetlerine atfedilmiş, bazısı ise hiçbir isim verilmeden anlatılmıştır. Bunlar daha çok hikmet ihtiva eden hadiselerdir. Teferruatlı bir bilgilendirme söz konusu değildir.224
   Fiten ve melâhim hadisleri arasında sayılabilecek olan ve gelecek ile ilgili kıssalar, daha çok kıyamet günü, âhiret âlemi, Deccal, Ye’cûc ve Me’cûc, Hz. İsa’nın nüzulü, mahşer sahneleri, cennet ve cehennem tasvirlerinden oluşmaktadırlar.225
   Geçmiş ile ilgili tarihî kıssalara gelince, bunların bir kısmı Kur’an’da anlatılan kıssaların tekrarı veya izahı mahiyetindedir. Kur’an’la aynı bilgileri ihtiva eden kıssaların birer hakikat olduğu kabul edilir. Ancak Kur’an’ın verdiği bilgilerin dışında bilgiler ihtiva eden kıssaların tarihle ve önceki dinî metinlerle mukayese edilmesi, bunların anlaşılması için önem arz eder.
   Hz. Peygamber’den nakledilen kıssaların bir kısmı ise temsilîdir. Temsilî kıssalar yaşanmamış hadiselerdir. Bunlar bir hakikati anlatmak, onu toplumun zihnine ve hafızasına yerleştirmek için başvurulan bir dolaylı anlatım tarzıdır.226 Ancak yaşanmadığı halde bir gerçekliği ifade etmek için yaşanmış gibi nakledilen kıssaların veya temsilî hikâyelerin anlaşılması her zaman kolay olmamıştır. Mecazlar halkın elinde hakikat kesbettiği gibi bu tür kıssalar da zamanla tarihî hakikatlere dönüştürülebilmiştir.

Hadislerdeki Meselleri (Emsâlü’l-Hadîs) Bilmek
   Hz. Peygamber’in dolaylı anlatım tarzı olarak sıkça başvurduğu unsurlardan birisi de mesellerdir. Hadislerde geçen meseller, hakikati anlatmak için başvurulan bir izah ve açıklama tarzıdır.227 Hem Kur’an’da hem de hadis külliyatında, zihinlere uzak, soyut bir bilgiyi somuta indirgeyerek anlatmak için bu yola başvurulmuştur.228 İbn Kayyim el-Cevziyye Kur’an’da kırk üç açık, on bir gizli meselin yer aldığını belirtmektedir.229 Ancak hadis külliyatında bunların sayıları çok daha fazladır. Ahmed b. Hanbel’in rivayetine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs, “Ben Resûlullah’tan bin mesel ezberledim.”230 demiştir. Bunlardan toplam yüz kırk kadarını, Râmehurmuzî (360/ 970) Emsâlü’l-hadîs adlı eserinde bir araya getirmiştir. Temsilî hikâyelerin anlaşılmasında yaşanan problem, emsâlin anlaşılmasında da yaşanmıştır. Bunlar da, bazı râviler tarafından âdeta yaşanmış hikâyelere ve kıssalara dönüştürülmüştür.231
   Hz. Peygamber’in, mümini değişik varlıklara benzettiği ve onun farklı yönlerine vurgu yaptığı hadisleri, hadislerdeki mesellerin en güzel örneklerindendir. Bu hadislerde mümin, muhtelif benzerlik yönleri açısından hurma ağacına,232 bal arısına,233 güzel koku satan kimseye,234 altın parçasına,235 yeni yeşermiş ekine236 ve yularından bir yere bağlanmış ata237 benzetilmiştir.

Hadislerdeki Sayı ve Miktarları Bilmek
   Hadis rivayetleri içerisinde çokluk, azlık, uzaklık, yakınlık ve imkânsızlık (muhâl) gibi şeyleri ifade ederken kullanılan rakamlar, mesafeler, ölçü ve tartı birimleri yanlış anlamalara müsait olan hususlardandır. “Miskal-i zerre, hardal tanesi, iğne ucu, yarım hurma, karış, arşın, deniz köpüğü” gibi ifadeler bu cümledendir. Bilhassa hadislerde geçen altmış, yetmiş, yüz ve yedi yüz rakamları, bazı anlaşılma problemlerine yol açmıştır. Bu sayılar, Arapçada çokluk ve mübalağa ifade ettiğihalde, bunları kesin rakamlar olarak değerlendirenler olmuştur.238
   Buhârî üzerine yazdığı şerhi ile meşhur olan Bedreddin el-Aynî (855/1451) bu konuda şöyle demiştir: “ ,”التخصيص بالعدد لا يدل على نفي الزائد “Hadislerde belirli bir sayı ile sınırlandırma yapılması, o sayıdan daha fazlasının anlaşılmasına engel değildir.”239 Başka bir ifadeyle hadiste belirtilen sayı mutlak bir kesinlik ve sınırlama ifade etmez. Bu çerçevede, “İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir.” hadisi,240 bu beş esasın dışında İslâm’ın herhangi bir esası olmadığı anlamına gelmediği gibi, adalet ve ahlâk gibi esasların İslâm’ın esaslarından olmadığı mânâsına hiç gelmez. Yine meselâ, “Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir.” hadisi, bu beş hakkın dışında Müslümanların birbirlerine karşı başka hakkı yoktur, demek değildir. Hadislerdeki bu türden sayılar, konuları bizim zihnimize yaklaştırmak, vurgulamak ve sınıflandırmak gibi gayelere yöneliktir.
   Şah Veliyullah Dihlevî’ye göre de terğîb ve terhîb yani teşvik edici ve sakındırıcı nitelikte olan haberlerde beyan edilen miktar ve sayılarda Hz. Peygamber’in amacı sınırlayıcılık (hasr) değildir. Ona göre aşağıdaki hadis, sözü edilen bu esas doğrultusunda anlaşılmalıdır: “Ümmetimin sevapları bana arz olundu; içinde kişinin mescitten çıkardığı çer çöp de vardı. Bana ümmetimin günahları da arz olundu. Onlar arasında, bir adamın Kur’an’dan ezberleyip de sonra unuttuğu sûreden daha büyüğünü görmedim.”241
   Diğer yandan hadis rivayetlerindeki sayısal ifadeler içerisinden, ilgili olduğu konuya göre kesin bir rakam belirtenler de vardır. Namaz rekâtları, zekât miktarları, oruç günleri gibi farz ibadetlerle ilgili olanlar ile miras taksimi ve cezalar gibi fıkhî meselelerle ilgili olan hadislerdeki sayılar, kesin miktar belirten sayılardır.

Hadislerde Melek ve Şeytan Temsillerini Bilmek
   Din, madde ile mânâyı, şehâdet ile gaybı, dünya ile âhireti birleştirerek değerlendirdiği için, bazen maddî dünyamızda görülmeyen varlıklara da çeşitli nedenlerle atıflarda bulunur. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber, bazı hadislerinde olumsuz ve kötü şeyleri şeytanla irtibatlandırmış, buna mukabil iyi ve güzel işleri de meleklere isnad etmiştir. Böylece insanları yapmaya yönlendireceği davranışları melek kavramı ile, sakındırmak istediği tutumları da şeytan kavramı ile ilişkilendirerek pek çok kavramın mânâ ve muhteviyatını somutlaştırmış, pek çok tutum ve davranışın da iyilik ve kötülük kaynağını bunlara bağlayarak anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. Meselâ, şu hadisi ele alalım: “Sizden biriniz uykudan uyandığında, (abdest alırken) üç defa burnunu temizlesin; zira şeytan insanın genzinde geceler.”242 Hz. Peygamber’in temizlik konusunda eğitime muhtaç bir topluma sabah kalktıklarında burunlarını temizlemeleri gerektiğini söylemesini anlaşılabilir bir husustur; ancak gösterilen gerekçeyi zahirî anlamıyla anlamak mümkün değildir.243
   Hadislerde bu şekilde şeytan ile irtibatlandırılan hususlar, sadece temizlikten ibaret değildir. Meselâ, toplum içinde iyi karşılanmasa da, insan vücudunun tabiî bir hareketi olan esneme de yine şeytanla ilişkilendirilmiştir. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Esnemek şeytandandır. Sizden biriniz esneyeceği zaman mümkün olduğu kadar yutkunsun244 veya elini ağzına koysun.”245 Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayette de esneme esnasında çıkan sesin, aslında insanın karnında gülen şeytanın sesi olduğu ifade edilir.246 Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen bir rivayette ise insan esnerken ağzı açılınca karnına şeytan girer.247 Fakat bu son rivayete göre esnemeyi engelleme emri olağan zamanlarda değil, namaz içerisindedir. Bu hadis de bir önceki gibi insanın atalet, gevşeklik ve rehavet anında esnediği, bunun ise şeytanın vesvesesine zemin hazırladığı şeklinde yorumlanmıştır.248
   Hz. Peygamber’in, hadislerde olumsuz ve kötü şeyleri şeytana, iyi ve güzel işleri de meleklere isnad ederken çoğu zaman hakikî mânâyı kastetmediği, şeytan ve meleği birer temsil olarak kullandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Endülüslü âlim Ebû Bekir İbnü’l-Arabî (543/1149) bunu şöyle özetlemiştir: “İslâm dininde çirkin olan her davranış şeytana, güzel olan her iş de meleklere nispet edilmiştir; zira şeytan kötülüğün, melek ise iyilik ve güzelliğin vasıtasıdır.”249 Râğıb el-İsfehânî (502/1108) de, insandaki kötü huyların (ahlâk-ı zemîme) şeytan diye isimlendirildiğini belirtmiştir.”250
   Hicrî beşinci asırda bazı kimseler zamanın büyük âlimi Ebû Hâmid Gazâlî’ye (505/1111) gelerek bir hadisi anlamakta güçlük çektiklerini söylerler ve ondan kendilerine bunu izah etmesini isterler. Sordukları hadisin anlaşılamayan kısmı şöyledir: “Şeytan insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.”251 Tabiî ki sorulan sorular sadece bu hadisten ibaret değildir; buna benzer beş on soru daha vardır. Ancak asıl öğrenmek istedikleri hususların başında, şeytanın insanın içinde veya kanında nasıl dolaştığıdır. Gazâlî’ye sorulan hadisin açıklamasına gelince, aslında hadis, bağlamından koparılmadan vürûd sebebi ile birlikte zikredilirse sorun teşkil eden bir tarafının kalmayacağı görülür. Müslim’in Enes b. Mâlik ve Hz. Safiyye’den rivayet ettiğine göre, bir gün Hz. Peygamber mescitte itikafta iken, hanımı Safiyye akşam vakti onu ziyaret etmeye gider; kendisinden ayrılacağı zaman ise Hz. Peygamber, onu uğurlamak ister. Yolda ensardan iki adamla karşılaşırlar. Her ikisi de Resûlullah’ı görünce adımlarını hızlandırırlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Durun!” der ve onlara yaklaşarak, “Bu yanımdaki kişi (eşim) Safiyye bnt. Huyeyy’dir.” deyince, ensardan sahâbîler, “Sübhânallâh! Biz sizin hakkınızda nasıl kötü düşünebiliriz?” derler. İşte bunun üzerine Hz. Peygamber, “Şeytan insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.”252 der ve insanın kötü düşünce ve vesveselere kapılabileceğine işaret eder.

*180 Kannevci, Ebû’t-Tayyib es-Seyyid Sıddîk Hasan, el- Hıtta fî zikr-i sıhâhi’s-sitte, s. 65; Kandemir, Yaşar, “Câmi”, DİA, V III, s. 94.
*181 el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi li-ahlâki’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’, II, 212.
*182 Özafşar, M. Emin, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 228.
*183 M901 Müslim, Salât, 59; M902 Müslim, Salât, 60; D974 Ebû Dâvûd, Salât, 177-178.
*184 B1 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1; Buhârî, Talâk, 11(bab başlığında); B54 Buhârî, Îmân, 41; Buhârî, Îmân, 41 (bâb başlığı); B5070 Buhârî, Nikâh, 5; B2529 Buhârî, Itk, 6; B6689 Buhârî, Eymân ve’n-nüzûr, 23; B6953 Buhârî, Hıyel, 1; B3898 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 45.
*185 Özafşar, M. Emin, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 138- 139.
*186 B877 Buhârî, Cum’a, 2; M1951 Müslim, Cum’a, 1.
*187 İbn Balabân, el-İhsân fî takrîbi Sahîhi İbn Hibbân, IV, 28.
*188 İbn Balabân, a.g.e., IV, 30.
*189 B903 Buhârî, Cum’a, 16; M1959 Müslim, Cum’a, 6; D352 Ebû Dâvûd, Tahâret, 128.
*190 D353 Ebû Dâvûd, Tahâret, 128.
*191 Bkz. el-Aynî, Bedruddin Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-kârî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî, V I, 165.
*192 B880 Buhârî, Cum’a, 3; M1960 Müslim, Cum’a 7; D347 Ebû Dâvûd, Tahâret, 127.
*193 İbrâhîm, 14/4.
*194 Sem’ânî, Ebû Saîd Abdülkerim b. Muhammed, Edebü’l-imlâ ve’l-istimlâ, s. 5; Rivayetin bağlamı, tarikleri ve sıhhati hakkında bkz. Aclûnî, Keşfü’l-hafâ ve müzîlü’l-ilbâs, s. 70.
*195 M1167 Müslim, Mesâcid, 5; B2977 Buhârî, Cihâd, 122.
*196 Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, II, 17.
*197 B50 Buhârî, Îmân, 37; M93 Müslim, Îmân, 1.
*198 Bu üç kavram etrafında yapılmış önemli bir çalışma için bkz. Sachiko Murata & William Chittick, İslâm’ın Vizyonu, (Çev. Turan Koç), İnsan Yay. İstanbul, 2000.
*199 Hadislerdeki kavramların semantik tahlile tâbi tutulmasının önemi hakkında bkz. Mehmet Görmez, “Hadis ve Semantik”, Günümüzde Sünnetin Anlaşılması Sempozyumu’nda sunulan tebliğ, [29-30 Mayıs 2004 Bursa], Kur’an Araştırmaları Vakfı [KURAV] Yay., s. 231- 239.
*200 Bu konuda hadislerdeki “nasihat” kavramını semantik tahlile tâbi tutan bir çalışma için bkz. Görmez, Mehmet, “Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Din Tanımı”, Diyanet İlmi Dergi (Peygamber Efendimiz Hz. MuhammedÖzel sayı), s. 331-338.
*201 M6641 Müslim, Birr, 106; D4779 Ebû Dâvûd, Edeb, 3.
*202 Sabbâğ, Muhammed, et-Tasvîru’l-fennî fi’l-hadisi’nnebevî, s. 60-86.
*203 M113 Müslim, Îmân, 21; T2609 Tirmizî, Îmân 3.
*204 İM224 İbn Mâce, Sünnet, 17.
*205 M3464 Müslim, Nikâh, 56; B6951 Buhârî, İkrah, 7.
*206 Koç, Turan, Din Dili, s. 112.
*207 el-Basrî, Ebu’l-Huseyn Muhammed b. Ali, el- Mu’temed fî usûli’l-fıkh, I, 16.
*208 Ali el-Cârim ve Mustafa Emin, el-Belâğatü’l-vâdıha li’l-beyân ve’l-meânî ve’l-bedî’, s. 123.
*209 el-Basrî, Ebu’l-Huseyn, a.g.e., I, 29.
*210 B3331 Buhârî, Enbiyâ, 1; M3644 Müslim, Radâ’, 60.
*211 Bigiyef, M. Cârullah, Uzun Günlerde Rûze, 24. Ayrıca bkz. Görmez, Mehmet, M. Cârullah Bigiyef, s. 141.
*212 M3643 Müslim, Radâ’, 59.
*213 B6202 Buhârî, Edeb, 111; M6040 Müslim, Fedâil, 73.
*214 İbn Hacer, Fethu’l-bârî, V , 340.
*215 Bu yeminin geçtiği bazı rivayetler için bkz. B14 Buhârî, Îmân, 8; M7438 Müslim, Zühd, 16.
*216 Geniş bilgi için bkz. Candan, Abdurrahman, “İslâm Hukukunda Yemin ve Ahlâkîlik”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: XV, 2010, s. 431-452.
*217 M7506 Müslim, Zühd, 69; D4804 Ebû Dâvûd, Edeb, 9.
*218 Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed b. İbrâhim, Meâlimü’s-sünen, IV, 103.
*219 Beled, 90/6.
*220 Hüseynî, İbn Hamza, el-Beyân ve’t-ta’rîf fî esbâb-i vurûdi’l-hadîsi’ş-şerif, I, 33.
*221 Bu tespit kıssalar konusunda en kapsamlı araştırmayı yapan Muhammed Hasan ez-Zîr’e aittir. Eserinin adı, el- Kasas fi’l-hadîsi’n-nebevî’dir. (Mektebetü’l-medenî, Riyâd, 1985).
*222 Sabbâğ, Muhammed, et- Tasvîru’l-fennî, s. 492.
*223 Zîr, el-Kasas fi’l-hadîsi’nnebevî, s. 333.
*224 Zîr, a.g.e., s. 333.
*225 Zîr, a.g.e., s. 333.
*226 Zîr, a.g.e., s. 194.
*227 Bkz. Râmehürmüzî, Kitâbü emsâli’l-hadîs, (tah. Ahmed Abdülfettâh), s. 8.
*228 Râmehürmüzî, a.g.e., s. 5.
*229 İbn Kayyim el-Cevziyye, Emsâlu’l-Kur’âni’l-Kerim, s. 8.
*230 İbn Hanbel, IV, 203; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VIII, 264.
*231 Bkz. Râmehürmüzî, Kitabu emsâli’l-hadîs, s. 110.
*232 B6144 Buhârî, Edeb, 89.
*233 HM6872 İbn Hanbel, II, 199; NM253 Hâkim, Müstedrek, I, 110 (1/76).
*234 MK13541 Taberânî, el- Mu’cemü’l-kebîr, XII, 319.
*235 HM6872 İbn Hanbel, II, 199; NM253 Hâkim, Müstedrek, I, 110 (1/76).
*236 B7466 Buhârî, Tevhîd, 31.
*237 HM11355 İbn Hanbel, III, 39.
*238 Sabbağ, Muhammed, et- Tasvîru’l-fennî, s. 564-575.
*239 Aynî, Bedreddin, Umdetü’l-kârî fî şerhi Sahîhi’l- Buhârî, IV, 144.
*240 M113 Müslim, Îmân, 21; T2609 Tirmizî, Îmân, 3.
*241 D461 Ebû Dâvûd, Salât, 16; T2916 Tirmizî, Fedâilü’l- Kur’ân, 19.
*242 B3295 Buhârî, Bed’ü’lhalk, 11; N90 Nesâî, Tahâret, 73.
*243 Bu tür gerekçelerin bir kısmının râvilerin kendilerince yaptıkları yorum olup sonradan hadise idrac edilmiş olabileceği unutulmamalıdır. Mesela bu rivayet sadece Müslim’de beş ayrı tarikle Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiş, bunlardan sadece birinde yukarıdaki gerekçeye yer verilmiştir. Nesâî’de yer alan rivayet sadece bu gerekçeli rivayettir.
*244 M7490 Müslim, Zühd, 56.
*245 İM968 İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât, 42.
*246 B3289 Buhârî, Bed’ü’lhalk, 11; T2746 Tirmizî, Edeb, 7.
*247 M7491 Müslim, Zühd, 57.
*248 İbn Balabân, el-İhsân fî takrîbi Sahîhi İbn Hibbân, V I, 124.
*249 Bkz. İbn Balabân, el-İhsân fî takrîbi Sahîhi İbn Hibbân, IV, 122.
*250 İsfehânî, Müfredât, s. 261.
*251 B2038 Buhârî, İ’tikâf, 11; M5678 Müslim, Selâm, 23.
*252 B2038 Buhârî, İ’tikâf, 11; B6219 Buhârî, Edeb, 121; M5678 Müslim, Selâm, 23; D2470 Ebû Dâvûd, Sıyâm, 79.