iv. Hadislerin Ana Konularını Dikkate Almak

Ahkâm Hadisleri
   Hadis rivayetleri ana konuları ve içerikleri itibariyle çeşitli sınıflara ayrılır. Bunlardan biri şer’î hüküm ihtiva eden, sosyal ve hukukî meseleleri konu edinen fıkhî hadislerdir. “Fıkhî hadisler insanların, Allah ile, hemcinsleriyle, tabiatla ve kendileriyle olan ilişkilerini konu edinen; hak ve mükellefiyetlerin dile getirildiği, ibâdât, muâmelât ve ukûbâta dair hükümlerle, fıkhın usul ve kaidelerini içeren rivayetlerdir.”290 Hadis literatüründe bu türden hüküm ve kural niteliği taşıyan ahkâm rivayetlerini toplayan sünen tarzı kitaplar kaleme alınmıştır. Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce’nin es-Sünen adlı eserleri, bu türün seçkin örneklerindendir. Ayrıca münhasıran ahkâm hadislerini içeren veya bunları şerh eden müstakil kitaplar yazılmıştır. İbn Hacer el-Askalânî’nin (852/1449) Bülûğü’l-merâm’ı ile el- Cemmâîlî’nin (600/1203) Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim’deki ahkâmla ilgili rivayetleri topladığı Umdetü’l-ahkâm adlı eseri bu türün önemli iki eseridir. İbn Dakîku’l-Îd’in (702/1302) son esere yazdığı İhkâmü’l-ahkâm şerhu Umdeti’l-ahkâm adlı şerhi oldukça meşhurdur.
   Kur’an ve sünnetin İslâm tarihinde Müslüman kültüründe ve İslâm medeniyetinde bütün sahalara olduğu gibi toplumsal kaidelere ve hukuka da kaynaklık ettiği bir gerçektir. Ancak ne Kur’an’ın ne de hadislerin kodifiye edilmiş birer kanun maddeleri manzumesi olmadığı da aşikârdır.291 Hadisler, sadece katı kanun maddeleri oluşturmak gayesiyle vârid olmamıştır. Hatta, hadislerin büyük bir kısmı lafzen değil mânâ olarak rivayet edilmiştir ve hadislerin lafızları onu nakleden râvilerin tasarruflarından azade değildir. Bu itibarla, yukarıda ifade edildiği gibi hadisleri birer kanun metni gibi görüp onların her cümlesini, her kelimesini, her edatını ve hatta her harfini gramer ve dil kaideleri çerçevesinde ele alıp bunlardan hüküm çıkarmak katı bir yaklaşım tarzıdır.
   Aynı şekilde dinî metinlerden hüküm çıkarma yöntemi olan usûl-i fıkhın bu konudaki özel durumlar dikkate alınmadan hadislere tatbik edilmesi de isabetli bir yol değildir. Özellikle de inanç ve ahlâkla ilgili hadislere bu usulün tatbik edilmesi, hadislerin mânâ ve maksadına aykırı bazı anlama ve yorumlamalara yol açabilmektedir. Bunun yerine, hadis lafızlarını da ihmal etmeksizin, hadisin farklı tarikleri, vürûd sebepleri, bağlamı, vârid olduğu fiziksel, kültürel, toplumsal ve tarihsel çevre (metin dışı unsurlar) tespit edilmeli, hadis bu çerçevede anlaşılmaya çalışılmalı ve değerlendirilmelidir.

Terğîb ve Terhîb Hadisleri
   Kur’an’da da belirtildiği gibi Hz. Peygamber’in görevleri arasında toplumu uyarmak ve müjdelemek de vardır. Bu sebeple o, hem “beşîr” (müjdeleyici) hem de “nezîr”dir (uyarıcı ve sakındırıcı). Buna uygun olarak insanları uyarırken yahut müjdelerken başvurduğu usul, terğîb (iyiliği teşvik etmek) ve terhîb (kötülükten sakındırmak) olmuştur. Din dilinde terğîb ve terhîb; bir üslûp, bir ifade biçimi, bir anlatım tarzı, bir değer hükmü, bir söylem, bir tasrif ve delâlet çeşidi olarak tanımlanmıştır. Buna göre dinin; hakikat, iyi, doğru, sevap, güzel, fazilet dediği söz ve davranışlara özendirmek ve teşvik etmek için kullanılan ifadelere terğîb, dinin bâtıl, kötü, yanlış, günah, rezalet olarak nitelendirdiği söz ve davranışlardan sakındırmak, korkutmak, çekindirmek amacıyla kullanılan ifadelere de terhîb denmiştir.
   Terğîb ve terhîb Kur’an’da da yer alan önemli bir anlatım tarzıdır. Va’d ve vaîd, inzâr ve tebşîr, havf ve recâ, sevap ve ikâb, cennet ve cehennem, ma’ruf ve münker gibi hususlara yönelik ikili anlatım biçimleri nasıl yer aldıysa, terğîb ve terhîb ifadeleri de aynı şekilde birlikte yer almıştır. Ancak terğîb ve terhîbin yoğun olarak kullanıldığı alan hadis rivayetleri olmuştur. Hz. Peygamber’in iyiye, hayra, fazilete, hakka, hakikate, adalete, ahlâka özendirmek ve teşvik etmek; kötüden, şerden, reziletten, bâtıldan, zulümden ve ahlâksızlıktan korkutmak, çekindirmek ve sakındırmak için söylediği hadislere terğîb ve terhîb hadisleri denmiştir.
   Gerek Kur’an’da gerekse hadislerde bulunan terğîb ve terhîb ifadelerinin kendine has bir dili, üslûbu ve anlatım tarzı vardır. Bazen terğîb ve terhîb amacıyla dolaylı anlatım yollarından teşbih, temsil, mecaz, istiare, kıssa gibi anlatımlar tercih edilirken, bazen de “Allah sever.”, “Allah buğzeder.”, “Küfürdür.”, “Şirktir.”, “Cennetliktir.”, “Cehennemliktir.”, “Cennet vacip olur.”, “Cehennem vacip olur.”, “Bizden değildir.”, “İman etmiş olamaz.”, “Mümin değildir.”, “Yazıklar olsun.”, “Lânet olsun.” gibi doğrudan hüküm ifadeleri kullanılmıştır. Bununla birlikte tek başına kullanılan ifadelerden yahut ifadelerin dili ve üslûbundan söz konusu değer hükümlerinin terğîb ve terhîb için söylendiği sonucunu çıkarmak zordur. Bunu ortaya çıkaran, hadis metinleri içinde bulunan bazı karineler ile bu metinlerin iç bütünlüğü ve rivayetlerin İslâm’ın genel ilke ve esasları ışığında anlaşılması ve yorumlanmasıdır.
    Terğîb ve terhîb üslûbunun belirli bir konusu yoktur. Hadislerde hemen hemen her konuda bu üslûba rastlamak mümkündür. Bununla birlikte insanları iyiye, güzele ve doğruya sevk etme maksadını taşıyan konular, bilhassa da amellerin faziletleri ile edep ve ahlâka ilişkin hususlar, terğîb ve terhîbin asıl konusunu oluşturmuştur. Az amel karşılığında çok mükâfat yahut küçük bir günah karşılığında büyük cezalar dile getiren rivayetler de terğîb ve terhîbe hamledilmiştir.
   Terğîb ve terhîb hadisleri ile ilgili en önemli sorun, bunların sağlıklı anlaşılması ve yorumlanması meselesidir. Usûl-i fıkhın delâlet bahislerinden hareketle her kelimeden hatta her harf ve edattan hüküm çıkaran bir yöntemle terğîb ve terhîb ifadelerinden değer hükümleri çıkarımında bulunulduğu takdirde, gâî yorum ve makâsıdü’ş-şerîa dikkate alınmadığı zaman ciddi bir anlam ve hüküm karmaşası ortaya çıkacaktır. Terğîb ve terhîble ilgili en önemli sorunlardan birisi de tergîb ve terhîbin hadis uydurma sebepleri arasında yer almasıdır.292 Hicrî ikinci ve üçüncü asırlardan itibaren bazı zâhid kimseler, insanları iyiye, güzele, doğruya, hayra teşvik etmek ve kötü, çirkin, yanlış ve şer işlerden sakındırmak adına Hz. Peygamber’e söylemediği sözleri izafe etmekten çekinmemişlerdir. İşlenen küçük bir günaha haddinden fazla ağır cezalar, küçük bir iyilik ve hayra karşılık büyük mükâfatları içermek uydurma hadislerin alâmetlerinden olmuştur. Aynı husus terğîb ve terhîb üslûbunun da özelliklerindendir. Ancak, Kur’ân-ı Kerîm ve makbul hadislerdeki terğîbterhîb ifadeleri gayet ölçülüdür. İnsanları haddinden fazla ümide ve aşırı bir korkuya kaptırmadan dengeli bir dünya ve âhiret sevgisi ve canlılığı içinde bulundurmak gayesi gözetilmiştir.294

Ahlâk, Fazilet ve Zühdle ilgili Hadisler
   Hadislerden bazıları ahlâk, fazilet, âdâb ve zühd ile ilgilidir. Ancak bir bilim alanı olarak ahlâkı hadis kaynaklarında veya hadis kitaplarının bölüm ve bâb başlıklarında aramak yanlış olur. Zira bu eserleri tasnif eden musanniflerin zihninde ahlâk, din ve dünya tasavvuru içinde dinin bütününden ayrıştırılmış ve yalıtılmış ayrı bir alan değildir. Ahlâk, Hz. Peygamber’den gelen her şeydir. Bu açıdan hadis rivayetlerinin tamamının ahlâkî yönlendirme ve bildirimler içerdiği söylenebilir. Hadis kaynaklarında bilhassa ahlâka ve ahlâkî konulara ayrılmış müstakil kitap, bölüm ve rivayetlerin varlığı da bir gerçektir. Ancak bu rivayetlerin sağlıklı olarak anlaşılması ve yorumlanabilmesi için de göz önünde bulundurulması gereken bazı hususlar vardır. Şöyle ki:
a) Hadisler, tek tek bazı davranışlardan hangisinin ahlâkî olduğunu, hangisinin ahlâkî olmadığını söyler. Ahlâkî ilkeyi örnekler üzerinden verir.
b) Hadis rivayetlerinde bol miktarda bulunan değer hükümleri ile bir davranışı ahlâkî kılan temel değer arasındaki ilişki okuyucu tarafından bir temele bağlanmalıdır. Zira rivayetlerde yer alan değer hükümleri ile temel değer arasında her zaman birebir örtüşme söz konusu olmayabilir. Meselâ, hadis rivayetlerinde elli kadar olumsuz davranış ve insan tipinin “lânetlendiği” ifade edilmiştir. İçki içen,294 takma saç takan,295 kızgın demirle hayvanlara damga vuran,296 dövme yapan ve yaptıran,297 Lût kavminin amelini yapan,298 ölünün ardından feryat ve figan eden,299 âmâ birini yanlış yöne saptıran,300 canlı bir varlığı hedef edinen,301 kendisini babasından başkasına nispet eden,302 hülle yapan ve yaptıran,303 kadınlara benzemeye çalışan erkekler ile erkeklere benzemeye çalışan kadınlar,304 rüşvet alan ve veren,305 faiz yiyen ve yediren,306 anne babasına lânet eden,307 karaborsacılık yapan,308 arazilerin sınırlarını değiştiren309 ve meclis halkasının ortasına oturan kimseler310 hadislerde lânetin muhatabı olmuşlardır. Lânet, bir kişinin Allah’ın rahmetinden uzak olacağını bildirmektir. Lâneti gerektiren davranışlara bakıldığında, bunların birbirinden farklı değer düzeylerine sahip oldukları görülecektir. Rivayetlerdeki vurgu nedeniyle geniş Müslüman halk kitleleri sevap vaad edilen davranışları, ahlâkî sorumluluk gereği tavsiye edilen davranışlara öncelemiştir.
c) Hadis edebiyatı İslâm ahlâkının en üst ilkelerini, değerler düzeneği hâlinde bir bütün olarak sunmuştur; ancak ahlâk felsefesinde olduğu gibi bu düzenek için sistematik bir tasnif getirmemiştir. Bu nedenle “gaye değerler” ile “vesile değerler”i okuyucunun ayırt etmesi gerekir. Bu bağlamda rivayetlerden tikel davranış kalıpları çıkarmak yetmez. Söz konusu davranış kalıplarını amaç değerler ve araç değerlerle birlikte düşünmek gerekir.
d) Hadis rivayetlerinde dile getirilen ahlâkî davranışlar ilâhî rızayı kazanmaya ve ilâhî buyruğa riayet etmeye dayanır. Dolayısıyla bir mümin için değer hükmü ifade eden bir rivayetin yahut rivayette dile getirilen tutum ve davranışın kaynağı oldukça önemlidir. Bu kaynak bizzat Kur’an tarafından bütün insanlığa numune-i imtisal olarak gönderilen ve yüksek ahlâk sahibi olan Hz. Peygamber’dir. Ancak bunun yüce bir kaynağa dayanması tek başına yeterli değildir. Bizzat kaynağa giderek gerek rivayetteki değer yüklü önermenin gerekse rivayette bize nakledilen davranışın ahlâk-değer ilişkisi açısından da anlaşılmaya çalışılması gerekir. Hz. Peygamber’in söz, tutum ve davranışlarına yön veren, Kur’an’ın sözünü ettiği yüksek ahlâkın ilkeleri midir? Yoksa yüksek ahlâkın asıl belirleyicisi bizzat Hz. Peygamber’in söz, tutum ve davranışlarının kendisi midir? Başka bir ifadeyle ahlâk mı Hz. Peygamber’in tutum ve davranışlarını belirlemiştir? Yoksa Hz. Peygamber’in davranışları mı ahlâkı belirlemiştir? Elbette ki burada karşılıklı bir ilişki olduğu açıktır. Yüksek ahlâkî erdemleri en mükemmel kıvamı ile sergilemek için gönderilen Son Peygamber’in sünnetinin de ahlâkın bizzat kendisi olduğu unutulmamalıdır.

Fiten ve Gayb ile İlgili Hadisler
   Hadislerden bazıları gelecekte ortaya çıkacak sosyal kargaşa, iç savaş gibi önemli olaylar ve kıyamet alâmetlerine dair haberleri konu alır. “Fiten ve melâhim rivayetleri” adı verilen bu haberleri içeren geniş bir hadis yazını vardır. Müstakil fiten kitaplarının yanı sıra konulu hadis eserlerinin fiten, melâhim, eşrâtü’s-sâa, imâre, meğâzî, menâkıb, sıfatü’l-kıyâme gibi bölümlerinde bu tür haberlere yer verilir. Bu eserlerde ağırlıklı olarak İslâm toplumunda çeşitli dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan her tür sosyal kargaşa, savaş ve ölümle sonuçlanan olaylar ve kıyametten önce zuhur etmesi beklenen alâmetlere dair haberler yer almaktadır.
   Fiten ve melâhime dair haberler genel anlamda gayb ile ilgili rivayetler arasında değerlendirilmiştir. Gaybî rivayetlerin kaynağı meselesi ve Hz. Peygamber’in gayb bilgisinin kaynağı daima tartışma konusu olmuştur.311 Bu noktada gayba dair haberleri icmâlî (genel bilgiler içeren haberler) ve tafsilî (özel/detaylı bilgiler içeren haberler) olmak üzere ikiye ayırarak değerlendirmek isabetli görünmektedir. Hz. Peygamber’in ileride halk arasında sosyal huzursuzlukların zuhur edeceğine dair genel ifadelerini, onun şahsî fetânet ve basireti yoluyla müstakbel tehlikelere karşı ümmete yönelik nebevî uyarılar olarak kabul etmek mümkündür. Ancak fiten ve melâhime dair bütün haberlerin icmâlî nitelikte olmadığı bilinmektedir. Bu haberler arasında belli kişi ve olaylarla ilgili ayrıntılı bilgi verenler de bulunmaktadır. Bunlar öncelikle isnad yönünden ve vahiy kaynaklı olup olmamaları açısından ele alınıp incelenmeli, Kur’an, sünnet ve tarihî gerçeklerle de uyum içinde olup olmadığı gözden geçirilmelidir. Hz. Peygamber’e nispet edilerek onun kendisinden sonra meydana gelecek bazı hadiseler hakkında tafsîlî bilgiler verdiğini bildiren bütün rivayetler ihtiyatla karşılanmalıdır.312
   Diğer yandan uzak geleceğe ait haberlerin büyük bir kısmının, ilk fitne döneminde meydana gelen olayların müminler üzerinde uyandırdığı ümitsizlik duygularını yansıttığı görülmektedir. Bu tür rivayetlerde kötülüklerin toplumda giderek yaygınlaşması hususu kaderin bir sonucu olarak gösterilmekte, Müslümanlar için çok karamsar bir gelecek öngörülmektedir. Ayrıca bu rivayetlerin, özellikle Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra ortaya çıkan iktidar mücadeleleri sırasında farklı tavırlar sergileyen çevreler tarafından güçlü bir savunma aracı olarak kullanıldığı, olaylara kendi tercihleri doğrultusunda yön vermek isteyen zümrelerin, kendilerince benimsenen tavrın Hz. Peygamber tarafından da onaylanan bir yöntem olduğunu belirtmek amacıyla bu tür rivayetlere başvurdukları gerçeği de gözden uzak tutulmamalıdır.313

Müteşâbih Hadisler
   Hadislerden bazıları da tıpkı bazı Kur’an âyetleri gibi mânâsı itibariyle müteşâbihtir. Başka bir ifadeyle bazı hadisleri sadece zahirî anlamları ile değerlendirmek birtakım güçlüklere yol açar. Bu türden metinlerin anlamını yalnızca lafızlarından hareketle tespit etmek oldukça zordur; onları anlamak için ilimde derinleşmiş yetkin bilginlerin314 konuyla ilgili açıklamalarına ve yorumlarına kulak vermek gerekir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis rivayetlerinde müteşâbih özelliği taşıyan nassların bulunmasının kuşkusuz bazı hikmetleri vardır. Her şeyden önce dinin gaybî konuları ve kaynakları, hem kaynak hem de konuları açısından aşkın bir niteliğe sahiptir ve özellikle Allah’ın zâtına ve melekût âlemine dair bazı hususların insan idrakini aştığı açıktır. Yüce Allah bu âyetlerle insanları bir imtihana tâbi tutar. Diğer yandan müteşâbih metinler insanı, onlar üzerinde düşünmeye ve aklını kullanmaya sevk eder. Hatta müteşâbih olgusu, dinî metinlere zenginlik ve derinlik kazandırır.315 Şuhalde çeşitli zaman ve coğrafyalarda farklı kültürlere sahip insanlar tarafından okunan müteşâbih hadislerde okuyucunun bilgi düzeyine göre farklı anlayışların ortaya çıkması tabiîdir. Ancak öyle müteşâbih hadisler vardır ki, bu türden hadislerin uygun bir yolla açıklanması ve yorumlanması bir zorunluluk arz etmektedir. Meselâ, Ebû Hüreyre’den rivayet olunduğuna göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ her gecenin son üçte birinde dünya semasına iner ve şöyle seslenir: ‘Her kim dua ederse duasına karşılık veririm, her kim benden bir şey isterse istediğini yerine getiririm, her kim benden bağışlanma dilerse onu affederim.’”316
   Bu hadis üzerine kelâmcılar ile hadisçiler arasında ve hadisçilerin kendi aralarında hararetli tartışmalar meydana gelmiştir. Oysa bu ve buna benzer hadislerde anlatılmak istenen, ne Allah’ın dünya semasına inişi ne de arşa çıkışıdır; asıl vurgulanmak istenen husus, onun rahmet kapısının daima açık olduğu, kullarına hep yakın olduğu ve bu yakınlığın belirli zamanlarda daha da arttığıdır. Nitekim hadisin bütün tarikleri birleştirildiği zaman bu açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Tıbb-ı Nebevî ile İlgili Hadisler
   Bir peygamber olarak insanlara ilâhî hakikatleri tebliğ etmekle yükümlü olan Resûl-i Ekrem, bir insan olarak da tebliğ alanına girmeyen değişik konularda görüş beyan etmiştir. Bu konulardan birisi de tıptır. Allah Resûlü (sav) hem kendisi hastalanınca hem de çevresindekilerin sağlıkları bozulunca, çeşitli tedavi yollarından ve ilaçlardan bahsetmiş ve bunlardan bazılarını tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber’in tıpla ilgili söz konusu görüş, öneri ve tavsiyeleri hadis literatüründe “Tıbb-ı Nebevî” veya “Kitâbü’t-tıbb” başlıklı bir edebiyata vücut vermiştir.
   Ünlü hadis âlimi İbn Hacer el-Askalânî (852/1449) Hz. Peygamber’in, bedenlerin değil kalplerin tabibi olduğunu söyler: “Tıp (tedavi) iki türlüdür: Birincisi bedenin tıbbı, ikincisi kalbin tıbbıdır. Kalbin tıbbı, ancak Resûl-i Ekrem’in Yüce Allah’tan getirdiği (din) ile olur. Bedenin tıbbına gelince, bu konuda hem Allah Resûlü’ne hem de başka insanlara ait sözler vardır ve bunların çoğu tecrübeye dayanır.”317
   Bir rivayette ise Allah Resûlü’nün eşlerinden Hz. Âişe’nin yeğeni Urve b. Zübeyr, teyzesi Hz. Âişe’ye şöyle bir soru sormuştur: “Ey anneciğim! Senin (yüksek) anlayışına şaşırmıyorum; çünkü sen Resûlullah’ın eşi, Ebû Bekir’in kızısın. Şiir ve tarih bilgine de şaşırmıyorum; zira Ebû Bekir’in kızısın ve Ebû Bekir bu konularda en bilgili kimse idi. Ancak tıp bilgine şaşırıyorum; bunu nasıl ve kimden öğrendin?” Hz. Âişe bunun üzerine Urve’nin omzuna vurarak şu cevabı vermiştir: “Urveciğim! Resûlullah ömrünün sonunda hastalandığında her taraftan Arap heyetleri gelirdi. Onlar (tıp ile ilgili) önerilerde bulunur, ben de Hz. Peygamber’i onlarla tedavi ederdim.”318 Hz. Âişe’nin sözlerinden anlaşıldığı gibi Allah Resûlü’nün tıp ile ilgili söylediklerinin büyük kısmı peygamberlik ve vahiy ile ilgili olmayıp tamamen içinde yaşadığı toplumun tecrübe ve bilgi birikimine dayanmaktadır.
   İbn Haldûn (808/1405) da tıpla ilgili rivayetlerin Hz. Peygamber’in bize bildirmek ve öğretmekle mükellef olduğu temel dinî bilgilerin dışında kaldığını ve bu hadislerin bizim için bağlayıcı olmadığını söylemiştir. O, Resûlullah’ın tıp ile ilgili tavsiyelerini değerlendirirken şöyle demiştir: “Hz. Peygamber, bize dini öğretmek için gönderilmiştir; ne tıp ne de başka bir şeyi öğretmek için değil.”319 Dihlevî’ye göre de Hz. Peygamber’in insan olarak yaptıkları, örf ve âdete mebni olarak yaptıkları ve tecrübeye dayanarak işledikleri, risâlet görevinin dışında kalan fiillerdir ve bu tür fiiller bağlayıcı değildir.320 Hülasa, Hz. Peygamber bize tıp, ziraat, sanat, ticaret gibi şeyler öğretmeye gelmemiştir. Hz. Nuh’a gemicilik,321 Hz. Dâvûd’a zırh yapımı ve demircilik322 öğretildiği gibi Peygamberimize öğretilen özel bir iş veya sanat olmamıştır. Ancak bu durum, onun tıp, ziraat ve sanat ile ilgili hiçbir açıklama yapmadığı anlamına gelmez.

*290 Özafşar, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 48.
*291 Abdurrahman, Abdulhâdî, Sultatü’n-nass, s. 22.
*292 Demir, Mahmut, Terğîb-Terhîb Hadislerinin Değerlendirilmesi ve Mevzûât Edebiyatındaki Yeri, s. 72 vd.
*293 Kandemir, Yaşar, Mevzu Hadisler, s. 199-200, 183. 183.
*294 T1295 Tirmizî, Büyû’, 59.
*295 M5571 Müslim, Libâs ve zînet, 119.
*296 D2564 Ebû Dâvûd, Cihâd, 52.
*297 D4168 Ebû Dâvûd, Tereccul, 5.
*298 T1456 Tirmizî, Hudûd, 24.
*299 D3128 Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24, 25.
*300 EM892 Buhârî, el-Edebü’lmüfred, 307.
*301 N4446 Nesâî, Dahâyâ, 41.
*302 M3794 Müslim, Itk, 20.
*303 T1119 Tirmizî, Nikâh, 28.
*304 D4097 Ebû Dâvûd, Libâs, 28.
*305 D3580 Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 4.
*306 M4092 Müslim, Müsâkât, 105.
*307 N4427 Nesâî, Dahâyâ, 34.
*308 DM2572 Dârimî, Büyû’, 12.
*309 N4427 Nesâî, Dahâyâ, 34.
*310 T2753 Tirmizî, Edeb, 12.
*311 Bu konu hakkında geniş bilgi için bkz. Hatiboğlu, Mehmed Said, Hz. Peygamber ve Kur’an Dışı Vahiy (Gaybi Hadîsler Meselesi).
*312 Çelebi, İlyas, “Fiten ve Melâhim”, DİA, XIII, 149- 153.
*313 Çelebi, İlyas, “a.g.m.”, DİA, XIII, 149-153.
*314 Âl-i İmrân, 3/7.
*315 Yavuz, Yusuf Şevki, “Müteşâbihü’l-Kur’ân”, DİA, XXXII, s. 206.
*316 B1145 Buhârî, Teheccüd, 14; M1772 Müslim, Müsâfirîn, 168.
*317 İbn Hacer, Fethü’l-bârî, X, 134.
*318 HM24884 İbn Hanbel, VI, 66.
*319 İbn Haldûn, Mukaddime, 488.
*320 Dihlevî, Hüccetüllahi’lbâliğa, I, 271.
*321 Hûd, 11/38.
*322 Enbiyâ, 21/80; Sebe’, 33/10.