ii. Hz. Peygamber’in Evrensel Rehberliğini ve Örnekliğini Bilmek

   Vahiy kaynaklı ilâhî öğretiler ile beşerî düşünce ve sistemler arasındaki en temel farklardan biri, ilâhî öğretilerin nazariyeler üzerine değil, peygamberlerin örnek uygulama ve yaşantıları üzerine bina edilmiş olmalarıdır. Yüce Allah, insanlığa gönderdiği vahyi sayısız yollarla bildirip açıklayabilirdi; ancak bir insanın dini bizzat yaşayarak insanlara göstermesini (şâhid-şehîd)333 uygun görmüştür. Bu sebeple peygamberin sadece sözlü ifadeleri değil, dinin tatbiki sadedinde sergilediği örnek fiilleri, tutum, tavır ve davranışları da o peygambere inananlar için hayatî ehemmiyet arz eder. Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre müminler onun sözlerine uymakla (itaat),334 emir ve yasaklarına boyun eğmekle (inkiyâd)335 mükellef oldukları gibi örnek davranışlarına tâbi olmakla (ittibâ),336 onu rehber edinmekle (iktidâ)337 ve onu örnek almakla (teessî) de emrolunmuşlardır.338 Zira Hz. Peygamber onlara güzel bir örnek (üsve-i hasene) olarak gönderilmiştir.339 Allah Resûlü bizzat kendisi de, “Namazı benden gördüğünüz gibi kılın.”,340 “Hac ibadetinin gereklerini benden öğrenin.”341 hadisleriyle müminlerin kendisini örnek almalarını istemiştir.
   Allah Resûlü’nün ve sünnetinin bu ayrıcalıklı ve önemli konumu gereği, müminler arasında Hz. Peygamber’e itaati reddeden, ona tâbi olmaya karşı çıkan, onun rehberliğini ve örnekliğini kabul etmeyen herhangi bir kimsenin olamayacağı muhakkaktır. Ancak Hz. Peygamber’e itaatin mânâsı, ona tâbi olmanın anlamı ve onu örnek/rehber edinmenin keyfiyeti konusunda farklı görüş ve yaklaşımlar var olagelmiştir.
   Hz. Peygamber’in hangi fiilinin bağlayıcı sünnet olduğunu belirlemek oldukça güçtür. Bu güçlüğün en önemli sebebi, İslâm dininin kendi tabiatından kaynaklanmıştır. Zira yolda insanlara eziyet veren bir maddeyi kaldırıp atmayı imanın tarifi içine sokmuş, hayatı en ince teferruatına kadar kuşatmış olan bir dinin emir ve yasaklarını bu yönde tasnife tâbi tutmak gerçekten güçtür. Aynı güçlük Hz. Peygamber’in fiillerini değerlendirirken de kendini göstermiştir. Çünkü o, hem sıradan insanlar gibi yiyip içen, konuşan, doğup yaşayan ve ölen bir beşer; hem de dinî buyrukları tebliğ, hükümleri beyan ve açıklama, İslâm’a davet ve İslâm’ı öğretme gibi görevleri olan bir peygamberdir. Hem ilâhî vahye mazhar olan ve onu ileten bir nebî, hem de kendi re’y ve ictihadı ile görüş beyan eden biridir. Hem bir birey, hem de toplumun gelenekleri, örf ve âdetlerini dikkate alan biridir. Ayrıca bir idareci, insanlar arasında çıkan davalara bakan bir hâkim, savaş zamanlarında bir komutan, camide imamdır. Bütün bu vasıfları uhdesinde bulunduran Resûl-i Ekrem’in davranışlarını sünnet olmak bakımından tasnif etmek elbette kolay değildir.
   Bazı fakihler Hz. Peygamber’in her fiilinin, hatta sükût ve eylemsizliğinin bile bizim için dinî bir hüküm ifade ettiğini söylerken,342 bazıları bunu kabul etmemiş ve Resûlullah’ın fiilerini çeşitli yönlerden ayrıma tâbi tutmuştur.343 Hz. Peygamer’in mücerret fiillerini delil sayanlar arasında her fiilinin aynen yapılmasını vacip görenler olduğu gibi mendup sayanlar da olmuştur.344 Bu konuda asıl üzerinde durulan husus, Peygamber’e tâbi olmanın ne demek olduğu ile ilgilidir. Kimisi Peygamber’e tâbi olmak (ittibâ) ile onu taklit etmeyi, onu örnek almak (teessî) ile ona benzemeyi (teşebbüh) birbirine karıştırmıştır. Bu noktada Allah Resûlü’nü taklit etmek veya şeklen ona benzemek ile onu rehber edinmek (iktidâ), onu örnek almak (teessî) ve ona tâbi olmak (ittibâ) arasında bir ayrım yapmak önem kazanmaktadır.
   Hz. Peygamber’in vefatından sonra onun örnekliğini ve rehberliğini devam ettirmenin yolu, sünnetine tâbi olmaya bağlanmıştır. Ancak aynı tartışmalar daha yoğun olarak bu sefer sünnete tâbi olmanın anlamı üzerinde yaşanmıştır. Sünnete tâbi olmaktan maksat, örneklik kavramının aslî mahiyetinde olduğu gibi seçici davranarak Hz. Peygamber’i örnek almak mı (teessî), yoksa hiçbir ayrım yapmaksızın her konuda onu tekrarlamak (taklit) ve ona benzemeye çalışmak mıdır (teşebbüh)?
   Beşinci hicrî asrın en gözde İslâm bilginlerinden İmam Gazâlî Hz Peygamber’i örnek almak ile ona benzemeyi birbirinden ayırmış ve “Hz. Peygamber’e saygı gösterip tazimde bulunmak, ona benzemekle olmaz.” demiştir. Bunu şöyle bir örnek ile açıklamıştır: “Bir krala gösterilen saygı, onun emir ve yasaklarına boyun eğmektir; yoksa o bağdaş kurarak oturduğu için bağdaş kurmak, o sedire oturduğu için sedirde oturmak saygı değildir.”345 Gazâlî el-Menhûl adlı eserinde Peygamber’i birebir taklit etmenin sünnet olduğu anlayışını eleştirir ve şöyle der: “Bazı hadisçiler bütün fiillerinde Hz. Peygamber’e benzemenin sünnet olduğunu zannetmişlerdir ki, bu yanlış bir yaklaşımdır.”346
   Gazâlî’nin burada eleştirdiği benzeme veya taklit, ahlâk ve fazilet bakımından onun gibi olmaya çalışmak değil, sadece şekil bakımından ona benzemeye çalışmaktır. Onun yediklerini yemek teşebbüh ve taklittir; ancak helâl bir şeyi onun belirlediği edep kuralları çerçevesinde, israfa kaçmadan ve tıka basa doymadan yemek ona tâbi olmaktır. Onun kendi örf ve coğrafyasına uygun olarak giydiklerinin aynısını giymek teşebbüh ve taklittir; ancak gösteriş ve israfa kaçmadan, tevazuu elden bırakmadan, nezih ve temiz bir şekilde giyinmek ona tâbi olmak ve onu örnek almaktır.
   Hz. Peygamber, dini tebliğ etmek ve tamamlamak (teşrî), fetvâ vermek (iftâ), dâvaları hükme bağlamak (kazâ), toplumuna başkanlık yapmak (imâmet), iyiye ve doğruya teşvik etmek (irşâd), ara bulmak ve anlaştırmak (sulh), danışana yol göstermek (istişârî re’y), öğüt vermek (nasihat), takva ve kemâl eğitimi vermek, yüksek hakikatleri öğretmek, eğiterek yanlışlardan sakındırmak (te’dîb) çerçevesinde rehberlik yapmıştır. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in bir tasarrufta bulunurken veya bir söz söylerken bunu hangi sıfatıyla yaptığı araştırılmalıdır.347
   Genel olarak sünnet birkaç ana başlık altında sınıflandırılmıştır. Sahâbeden sonra sünneti bağlayıcılık açısından ilk tasnif eden âlimlerden birisi tâbiûn neslinin fakihlerinden Mekhûl’dür (112/730). Ona göre sünnet iki kısma ayrılır:
a) Sünneti farîza: Bu kısma giren sünnetin mutlaka kabul edilmesi ve gereğinin yapılması gereklidir ve terk edilmesi inkârla eş değerdir.
b) Sünnet-i fazîle: Bu kısma giren sünnete göre davranmak bir fazilettir; terk edilmesi ise hoş değildir.348
   Mekhûl’e atfedilen bir başka sünnet taksimine göre, “Sünnet iki kısımdır. Birincisini yapmak hidayettir, ancak terk etmekte beis yoktur; Hz. Peygamber’in sürekli yapmadığı sünnetler gibi. İkinci kısmı da yine hidayettir, ancak terki dalâlettir; ezan, kâmet ve bayram namazı gibi.”349
   Hanefî fakihler sünnet tasnifinde sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid tabirlerini kullanarak sünnete mahiyeti itibariyle farklı bir bakış açısı getirmişlerdir. Buna göre:
a) Sünnet-i hüdâ: Yerine getirilmesi dinî bir emir ve gereklilik olan sünnetlerdir. Bunu terk eden kimse bir kerâhet veya kötülük (isâet) işlemiş olur. Namazı cemaatle kılmak, ezan ve kâmet gibi dinin şeâirinden olan hususlardaki sünnetler sünnet-i hüdâ kapsamındadır.
b) Sünnet-i zevâid: Hz. Peygamber’in, Allah katından bir tebliğ veya Allah’ın dinini açıklama niteliği taşımaksızın insan olarak yaptığı davranışlara “zevâid sünnet” veya “âdet sünneti” denilir. Hz. Peygamber’in giyim kuşam ve yeme içme tarzı, kişisel zevkleri, kına ile saç ve sakalını boyamış olması bu kapsama girer. Esasen bu fiiller dinî mükellefiyet çerçevesinde değildir. Yapılması dinen tavsiye de edilmemiştir. Bununla birlikte bir Müslüman, Hz. Peygamber’in bu tür davranışlarını ona olan sevgi ve bağlılığından dolayı yaparsa sevap kazanır ve övgüye lâyık olur. Terk ederse kınanmaz ve kötülük (isâet) işlemiş olmaz.350
   Sünnet, Hz. Peygamber’in gösterdiği hassasiyet bakımından da ikiye ayrılmıştır:
a) Sünnet-i müekkede: Hz. Peygamber’in devamlı yaptığı, bağlayıcı ve kesin bir emir olmadığını göstermek için de nadiren terk ettiği fiillere “müekked sünnet” denilir. Bunlar bir bakıma dinî vecibeler için koruyucu ve tamamlayıcı bir nitelik de taşımakta olup önem yönüyle farz ve vacipten sonra gelir. Meselâ abdest alırken ağza ve burna su verme, sabah namazının sünneti, ezan, kâmet, cemaatle namaz böyledir. Bu nevi sünnetleri yerine getiren kişi Allah’ın hoşnutluğunu kazanır, övgüye lâyık görülür, sevap elde eder. Terk eden kişi ise cezaya ve günaha çarptırılmasa da dinen azarlanmayı ve kınanmayı hak eder. Öte yandan farz namazların cemaatle kılınması, ezan gibi dinî şiarlardan olan sünnetin bireysel olarak terki caiz olmakla birlikte, toplum olarak toptan terk edilmesi ve ihmali caiz değildir.
b) Sünnet-i gayri müekkede: Hz. Peygamber’in ibadet türünden olup bazen yaptığı bazen da terk ettiği fiil ve davranışlara “gayri müekked sünnet” denilir. Nafile ve müstehap hatta mendup tabirleri de çoğu kez bu anlamda kullanılır. İkindi ve yatsı namazlarının farzlarından önce kılınan dörder rekâtlık namazlar, vacip kapsamında olmayan infak ve yardımlar böyledir. Bu tür sünneti yerine getiren kişi sevap kazanır ve dinen övgüye lâyık görülür, terk eden kişi ise dinen kınanmaz. Bu iki sünnet (müekked ve gayri müekked) çeşidine “hüdâ sünneti” de denir.

*333 Ahzâb, 33/45; Fetih, 48/8; Müzzemmil, 73/15; Bakara, 2/143; Nahl, 16/89; Hac, 22/78.
*334 Nisâ, 4/64.
*335 Haşr, 59/7.
*336 Âl-i İmrân, 3/31.
*337 En’âm, 6/90.
*338 Ahzâb, 33/21.
*339 Ahzâb, 33/21.
*340 B631 Buhârî, Ezân, 18.
*341 M3137 Müslim, Hac, 51.
*342 Bkz. Ebû Şâme el-Makdisî, el-Muhakkak min ilmi’l-usûl fi mâ yetealleku bi-ef’âli’r-Resûl, s. 125.
*343 Bkz. Gazâlî, el-Mustasfâ min ilmi’l-usûl, II, 212.
*344 Ebû Şâme el-Makdisî, el- Muhakkak, s. 126.
*345 Gazâlî, el-Mustasfâ, II, 218.
*346 Gazâlî, el-Menhûl min ta’lîkâti’l-usûl, s. 226. Gazâlî’nin farklı yaklaşımı için bkz. Gazâlî, Kitâbü’lerbaîn fî usûli’d-din, s. 55.
*347 Allah Resûlü’nün tasarruflarını ilk defa İzzüddîn b. Abdisselâm (660/1262) tebliğ, fetva, kazâ ve imâmet şeklinde dört kısma ayırmıştır. Daha sonra meşhur Mâlikî fakihi Şihâbüddîn Karafî (684/1285) konuyu geniş bir şekilde ele almıştır. Çağdaş zamanlarda da konu ile ilgili araştırmalar yapılmıştır. Bkz. İbn Âşur, M. Tahir, İslâm Hukukunda Gaye Problemi, s. 48-61; Karaman, Hayrettin, “Bağlayıcılık Bakımından Resûlullah’ın (sav) Davranışları”, ‘Peygamberimizin (sav) Aile Hayatı’ başlıklı seminerde sunulan tebliğ, İSAV, İstanbul, 1988 (İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri içinde), s. 523-538); Erdoğan, Mehmet, Vahiy-Akıl Dengesi Açısından Sünnet, s. 264.
*348 DM600 Dârimi, Mukaddime, 49.
*349 Bkz. Buhârî, Alâeddin Abdulazîz, Keşfü’l-esrâr an usûli’l-Pezdevî, II, 310.
*350 Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, I, 114-115.